ibrahim@ibrahimberksoy.com.tr

'türkiye Yüzyılı'ndan 'yüzyılın Felaketi'ne-1
13 Şubat 2023, Pazartesi
'Türkiye Yüzyılı'ndan 'Yüzyılın Felaketi'ne-1
Kahramanmaraş Depremi üzerine Genel Düşünceler
'Türkiye Yüzyılı'ndan 'Yüzyılın Felaketi'ne-1

“Türkiye Yüzyılı”ndan “Yüzyılın Felaketi”ne…

“Kahramanmaraş Depremi” üzerine Düşünceler-1

Giriş

1.

Kimi zaman kışın dağların doruklarından kopup gelen bir çığdır hüzün; yerin yedi kat altında toza, toprağa, kömüre bulanmış madencileri hayattan koparan bir grizu patlaması, uzun sürmüş bir salgın, bütün bir şehri yamaç aşağı akarak yutmaya hazır çamur çaylak deryası, önü ardı alınmaz bir sel, kimi zaman da yükünden kurtulmak ister gibi üzerindeki her şeyi silkeleyip atan, bütün bir hayatı enkaz altında bırakan bir büyük deprem… Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir şiirinde dediği gibi onulmaz acılarımızın her birinde “hüzün geldi baş köşeye kuruldu”… Bir de şu var: Şu unutkan âlemde acılar akıp geçen zaman karşısında oldukça dayanıksızdır, hem de çok dayanıksız. Biz ne kadar “acımız büyük, unutmayacağız” desek de yaşanan onca acının zaman içinde kolayca unutulduğunu Nâzım’ın “en fazla bir yıl sürer/yirminci asırlarda/ölüm acısı” dizelerinden biliyorum… Sadece bireysel acılar değil toplumsal acılar da unutuluyor ne yazık ki zamanla…

 

2.

Binalar yapılırken dış cepheleri rengârenk capcanlı pastel renklere boyansa da yıkıldıklarında hepsi de aynı boz bulanık toprak rengine bürünür. 6 Şubat 2023 Pazartesi… O gün önce sabaha karşı 04.17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde, ardından 9 saat sonra öğleyin 13.24’te Elbistan’da meydana gelen iki büyük yıkıcı deprem ve sonrasında büyüklü küçüklü binin üzerinde sarsıntıdan oluşan deprem fırtınası yaklaşık 13,5 milyon nüfusun yaşadığı 10 ilimizde (Sonradan öğrendik: Depremin ilk gününden beri soğukta endişeli bir bekleyiş içindeki Elazığ var bir de 11. il olarak.) hepimize onulmaz acılar yaşattı. Aynı acı komşumuz Suriye’de de yaşandı. Fay hatları sınır tanımaz. Kırılan fay hatlarının ardında bıraktığı büyük acılar da öyle. Hem ülkemizde hem de komşumuz Suriye’de ulusal ve uluslararası dayanışma ve yardımlaşma duygusuyla acılarımızı onarmamız, ne olursa olsun hayatı savunmamız gerek. Biliyorum; gidenleri geri getiremeyiz, ama yarının depreme dayanıklı yeni hayatlarını bugünden hep birlikte kurup yeşertebilir, hayatı yeniden örgütleyebiliriz.

 

3.

17 Ağustos 1999’da Gölcük’te, ardından 12 Kasım 1999’da Düzce’de meydana gelen depremlerde de acımız çok büyüktü. Ulusça yasa boğulmuştuk. A. Kadir’in dizelerindeki gibi “acılarımızla sarmaş dolaş olmuştuk”. Sonra el birliğiyle, büyük bir yardımlaşma ve dayanışma duygusuyla yaralarımızı sarmaya çalıştık. Bu acılar bir daha yaşanmasın, depreme bir daha böyle hazırlıksız yakalanmayalım, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığında depremden önce, deprem sırasında ve sonrasında yapılacaklar belirlensin, bunlar kamuoyu ile paylaşılsın diye 21 Mart 2000 tarihinde başbakanlık genelgesiyle bağımsız olarak görev yapacak “Ulusal Deprem Konseyi” kuruldu. Konsey, sekizi yerbilimci, sekizi inşaat mühendisi, dördü de diğer alanlarda olmak üzere yirmi uzmandan oluşuyordu. Depremle ilgili bilim kurulu niteliğindeki Konsey TÜBİTAK’ın öncülüğünde kurulup hemen çalışmalarına başladı. Sonra ne oldu? “Mevzuat kirliliği” bahane edilerek 6 Ocak 2007’de yayımlanan bir başka başbakanlık genelgesiyle Cumhuriyet hükümetleri döneminde yayımlanan toplam 2 bin 585 genelgeden bin 85 adedi yürürlükten kaldırıldı. Yürürlükten kaldırılan genelgeler arasında Ulusal Deprem Konseyi’nin kurulmasını öngören genelge de vardı! Ülkemizin neredeyse tamamı fay hatlarıyla kuşatılmışken, bu alanda yapılacak daha pek çok çalışma varken Ulusal Deprem Konseyi, “uygulama alanı kalmadığı” gerekçesiyle lağvedildi! Oysa Ulusal Deprem Konseyi’nin çalışma ilkesi son derece yalın ve gerçekçiydi: “Deprem önlenemez ama zararları azaltılabilir”.

Bu yapılaşma hızı, bu kuralsızlık, bu kâr hırsı, bu denetimsizlik, bu sorumsuzluk, bu beton sevdası böyle sürüp gittikçe depremlerin yol açtığı ve ne yazık ki daha da açacağı zarar ziyan, azalmak bir yana katlanarak artacak, geride daha büyük onulmaz acılar bırakacak.

Bunu görmüyor muyuz, göremiyor muyuz?

 

4.

İç ve dış her büyük gelişmeye hazırlıksız yakalandığımız gibi depreme de ne yazık ki hazırlıksız yakalandık. Yıkılan yalnızca binalar değil, koskoca kentler, ilçeler, neredeyse haritadan silinmiş köyler ve mezralardır. Şimdi oralarda hayatı elbirliğiyle yeniden kurmak gerek. Yeni kentler, ilçeler, kasabalar, köyler, mezralar kurmak gerek. Şimdi her yerde bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ışığında depreme dayanıklı yeni yaşam alanları inşa etmek gerek. Hükümet, “cumhurbaşkanımızın direktifleriyle”, bir yıl içinde kalıcı konutların yapılacağını vaat edip depremden etkilenen 13,5 milyon insandan bir yıl süre istiyor. Henüz daha bu iki büyük yıkıcı depremin etkileri tam olarak tespit edilmemişken, henüz daha “hasar tespit” çalışmalarına başlanmamışken, henüz daha kentlerin, ilçelerin, kasabaların, köylerin yeni yerleşim yerleri belirlenmemişken, henüz daha milletçe depremin derin şokunu yaşıyorken depremzedelere bir yıl sonra kalıcı konut vaat etmek durumun ciddiyetini hiç anlamamak demektir. Depremin yıkıcı etkisi oldukça büyük, etki alanı ise oldukça geniştir. “Afet konutları” benzeri bir “imar” faaliyetiyle üstesinden gelinecek gibi değildir. Deprem bölgesinde uzunca bir süre yaz kış çadırlarda ve konteynerlerde geçecek seyyar hayatlar bizi beklemektedir. Henüz bu seyyar hayatlar bile belirsizken depremzedelere söylenen özetle şu: Bölgeden ayrılın, gittiğiniz yerlerde bir yıl süreyle kiranızı devlet olarak biz ödeyelim (Bu teklif bile başlı başına bir plansızlık örneği: Nereye gitsinler, başlarını sokacak kiralık evi nereden bulsunlar, tüm bunları “kim” koordine edecek?) buralarda da bir an önce “inşaat işleri”ne başlayalım…

Şehirler, ilçeler, kasabalar, köyler kurmak, yeni yerleşim yerlerinde yeni konutlar inşa etmek emirle, talimatla, direktifle olacak şeyler değildir. O yeniden hayat bulacak yerleşim yerlerinde emir ve talimat verenler, direktifle iş görenler yaşamayacak. Depremden önce kaderi doğup büyüdükleri o yerlere, içinde yaşadıkları dört duvar arasına bağlı depremzedeler yaşayacak. Emir ve talimatla onlar için bir şeyler yapmak yerine onlarla birlikte bir şeyler yapmak gerek.

Böylesi büyük bir yeniden yerleşim ve inşa çalışmaları tam bir katılımcılıkla bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığında yürütülür. Devletin ilgili kurum ve kuruluşları, belediyeler, siyasal partiler, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri, sendikalar, sanayi ve ticaret odaları, sivil toplum kuruluşları, dernekler, vatandaşlar güçlü bir eşgüdüm içerisinde etkili bir işbölümüyle, elbirliğiyle, işbirliğiyle çalışırsa sonuç alınabilir. Ayrıca bu yalnızca depremden etkilenen geniş bir bölgenin sorunu değildir, bütün bir ulusun sorunudur. Milli bir meseledir. Bu bilinçle hareket edilmesi gerekir.

Yazı ve yayınlara ulaşmak için...