Deprem Günlerinde Oluşan Toplumsal Bellek
1.
Milletçe derin acılara boğulduğunuz, enkaz altından kurtarılmayı beklediğimiz günleri sıcağı sıcağına bir bir yazmalıyız. Toplumsal bilinç, toplumsal bellek böyle oluşur; sözle, yazıyla, görsel ve işitsel kayıtlarla, sözlü tarih çalışmalarıyla, şiirlerle, öykülerle, romanlarla, filmlerle, tiyatro oyunlarıyla, biricik anları donduran fotoğraf kareleriyle, ressamların aklından geçen resimlerle, ağıtlarla, gazete haberleriyle, izlenimlerle, röportajlarla… Zira anlatılan, gelecek kuşaklara aktarılacak olan senin, benim, bizim, velhasıl topyekün bir ulusun hikâyesidir.
Geçmiş yüzyıllarda da yaşandı böylesi büyük depremler, yangınlar, sel felaketleri, salgın hastalıklar, savaşlar… Hepsinde de büyük çaresizlikler içerisinde derin acılara boğuldu insanlık. Sonra doğrulup, kaldığı yerden yaşamaya devam etmek yerine, hayatı yeniden kurmanın yoluna, çaresine baktı. Onca acının içinden sıyrılıp nereden ve nasıl geleceğini bilmediği güzel günlere, umutlu günlere olan sarsılmaz inancının, hayat dolu o güzel iyimserliğinin verdiği güçle bilimin aydınlattığı parke taşlı patikalarda yeni bir hayatın filizlenmesinin yollarını aradı. Tarih buna tanıktır…
Geçmişte tarihçiler, seyyahlar, halk ozanları tanık oldukları, duydukları ya da bir yerlerden okudukları büyük depremleri ayrıntılarıyla anlatmışlar. Biz bugün tarihe mal olmuş büyük depremleri kayıtlardan, resmi belgelerden çok nesilden nesile aktarılan toplumsal bellek ürünü anlatılardan biliyoruz, hatırlıyoruz.
2.
Eskiçağlarda insanlar deprem sonrası acılarını unutmadan tabletlere, kayalara, yazıtlara, mezar taşlarına kazıdı. Sonraları tarihin, bilimin, sanatın, sözlü ve yazılı edebiyatın konusu oldu depremler. Örneğin 1755 büyük Lizbon depreminde 60 bin kişi öldü. Korkunç deniz dalgaları (tsunami) oluştu. Toplumsal belleğe kazınan o korkunç anlar hâlâ anlatılır durur. Adına “Lizbon depremi” dendiğine bakmayın, deprem İspanya, Portekiz ve Fas’ta etkili olmuş, geniş bir coğrafyayı derinden etkilemişti. Voltaire’in Candide adlı eserinde bu depremden bahsedilir. Kitabın bir yerinde şu satırlar yer alır: "örneğin engizisyon cezaları ile alay ederken, gerçek bir olaydan yola çıkarak, Lizbon depreminden sonra depremi önlemek için tek çareyi insanları asmakta/yakmakta bulan zihniyete çatar." 1693’de Sicilya’da meydana gelen depremde de bir o kadar insan enkaz altında kalmış, hayatını kaybetmişti. O depremin acıları da insanlığın hafızasına, toplumsal belleğe kaydedildi. Tıpkı 1138’deki Halep depremi gibi, Tıpkı 1498’deki Nankaido (Japonya) depremi gibi, tıpkı 1556’daki Çin depremi gibi, Tıpkı 1727’deki Tebriz (İran) depremi gibi, tıpkı 1997’deki Azerbaycan depremi gibi… Geçmiş zamanların bu büyük depremleri bugün artık hayal meyal hatırlansa da yakın çağlarda meydana gelen depremlerin acısı da hatırası da görece hâlâ tazedir… 1976’da Çin’de meydana gelen deprem yaklaşık 180 bin binayı yerle bir etmiş, 250 bin insanı hayattan koparmıştı. Yine Çin’de 1920’de Haituan’da, 1927’de Xining’de meydana gelen depremde her birinde neredeyse 200 binden fazla insan ölmüştü. 1923’te Japonya’da meydana gelen büyük Kanto depremi tam 4 dakika sürmüştü. Depremde 150 bine yakın insan ölmüştü. 1948’de Aşkabat’ta (Türkmenistan) meydana gelen depremde de 100 binden fazla insan ölmüştü. 2005’teki Keşmir (Pakistan) depremi, 2010’da Haiti’deki depremi, 1970’deki Peru depremi, 1990’daki İran depremi, 2015’deki Nepal depremi, 1988 Ermenistan depremi de ardında kayıtlara geçmiş derin acılar bıraktı. Daha böyle çok acı var yaşanan…
3.
Bizim toplumsal hafızamızda da depremlerin ayrı bir yeri var. 1509'daki "Büyük İstanbul Depremi", 1653'deki "Doğu İzmir Depremi", 1668'deki "Anadolu Depremi", 1688'deki "İzmir Depremi", 1881'deki "Sakız Adası Depremi" ve 1894'teki "İstanbul Depremi" geçmişte derin izler bırakmış depremler arasında ilk akla gelenler.
Yakın zamanda deprem denilince aklımıza ilkin 1939 Erzincan depremi gelir. Ardından, yakın zamanda 1999’da Gölcük’te meydana gelen Marmara depremi… Deprem ülkesiyiz, zamanında çok can yakmış, çok ocak söndürmüş, hafızamıza kayıtlı öyle çok deprem var ki hangi birini anmalı? 1942 Niksar-Erbaa depremi, 1943 Tosya-Ladik depremi, 1944 Bolu-Gerede depremi… İkinci Dünya Savaşı’nın zor yıllarında, çetin iklim şartlarında meydana gelen depremlerdi tüm bunlar. Yönetilmesi çok zordu. Aradan zaman geçti, bu kez 1966’da Varto depremiyle sarsıldık. Ardından 1975’te Lice’de, 1976’da Çaldıran’da, 2011’de Van’da, 2020’de Elazığ’da, İzmir’de onulmaz deprem acıları yaşadık. Şimdi de 11 ilimizi vuran Kahramanmaraş depreminin enkazının altındayız… İçeriden dışarıya sesleniyorum: Sesimizi duyan var mı?...
Nâzım'ın "Erzincan'a bir kuş var/kanadında gümüş yok" dizeleriyle başlayan "kara haber" şiiri 1939 Erzincan depreminin toplumsal belleğimizde yankılanan örneklerindendir.
Bugünler gelip geçecektir, zaman içinde yaralar sarılacak, hayat kimi yerlerde yeniden kurulacak, kimi yerlerde de kaldığı yerden devam edecektir... Ama geride kalan acı, boğazımızda düğümlenen acılı söz dile gelmeli, yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz toplumsal bilincimize emanet edilmelidir... Gelecek kuşaklar bugünkü acıyı enkaz altından sıcağı sıcağına yazılanlardan, gazete manşetlerinden, haber-yorumlardan, çekilen fotoğraflardan, görüntülerden, yapılan röportajlardan, göklere yükselen feryatlardan öğrenecektir.