Deprem Dersleri-Unutkanlıklarımızın Bize Hatırlattıkları...
1.
Toplum olarak 6 Şubattaki iki büyük depremin yıkıcı etkisini bir nebze olsun üzerimizden atmaya, kaygı, korku ve endişe dolu ruh halimizden olabildiğince uzaklaşıp gündelik hayatın olağan akışına geri dönmenin yollarını aramaya başlamıştık ki 20 Şubat akşamı Hatay’da meydana gelen iki sarsıntıyla irkildik. Yine aynı korku, aynı kaygı, aynı endişeli bekleyiş, aynı çaresizlik…
Yavaş yavaş “başka şeyler” konuşmaya başlıyorduk ki deprem kendi gerçeğini, bizlere acı bir biçimde yeniden hatırlattı. Anlaşılan o ki depremin “derin” gerçeği bizim “sığ” gündemlerimize hiç benzemiyor. Unutkanlıklarımızı kalıcı olarak giderecek sağlam bir hafıza ve bilinç eğitiminden geçmedikçe bu böyle sürüp gidecek. Depremde hatırladıklarımızı sellerde unutuyoruz, sellerde hatırladıklarımızı orman yangınlarında unutuyoruz, grizu patlamalarında hatırladıklarımızı -çoğu inşaat işlerinde kurulan devasa yapı iskelelerinde, fabrikalarda makine başlarında, patlamalarda meydana gelen- iş kazalarında unutuyoruz... Sonra unuttuklarımızı bir bir yeniden hatırlamaya çalışıyoruz. Bu kısır döngüden, bu fasit daireden kendimizi kurtarmalıyız.
2.
Depremle –bir kez daha- yüzleşmemiz gerek…
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün Jeofizik Anabilim Dalı’nın tanıtımında şöyle bir paragraf yer almakta: “Jeofizik, yerkürenin yapısını, zamana bağlı değişimlerini ve buna neden olan kuvvetleri inceleyen bir bilim dalıdır. İlgi alanının sınırları binlerce derece sıcaklık ve 1.500.000 atmosfer basınca ulaşan yerin derin içlerinden, okyanus havzalarına, şaşırtan düzensizlikleri ile yerin sığ derinliklerinden, yukarı atmosfere kadar uzanır. Yeriçinin son derece karmaşık yapısını ortaya çıkarmak için, yeraltında ve yerüstünde gözlemler yapar, bu gözlemlerle ilişkili fiziksel ve kimyasal yasaları ortaya koyar, bu yasaların sayısal çözümlerini kullanarak yapılan gözlemleri açıklamaya ve gözlenebilecek olası değişimleri kestirmeye çalışır. Bu kapsamı ile jeofizik disiplinler arası bir bilim dalıdır.”
Kaynak: http://www.koeri.boun.edu.tr/jeofizik/2/bolum/
Deprem bilimi olarak da anılan sismoloji ise dalga yayınımı (propagasyon) ilkesiyle yer hareketlerini ve depremleri inceleyen jeofizik dalıdır. Propagasyon (yayınım) terimine pek aşina değiliz ama “propaganda” terimine oldukça aşinayız. Propagasyon terimine ancak bir bilimsel yayında, makalede rastlayabiliriz, ama propaganda kelimesine –kaldıysa eğer- mahalle kahvelerinden tv ekranlarına, niteliksiz gazete manşetlerine kadar hemen her yerde rastlayabiliriz. 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin ardından bilim insanları tv ekranlarında, gazete, dergi köşelerinde uzun uzun deprem dalgalarının tiplerini ve yayılım hızlarını anlatmışlardı. Geçmişin lise jeoloji dersi seviyesinde bir anlatımla, “depremler, volkanlar, yeraltındaki patlamalar veya bir madendeki tünellerin çökmesi, deprem dalgaları ya da daha genel adıyla sismik dalgaların oluşmasına neden olur.” demişlerdi. Depremlerde etkili olan p (primary yani birincil, pressure yani basınç) ve s (seconder yani ikincil, shear yani kesme) dalgalarından söz etmişlerdi. P dalgalarının en hızlı hareket eden deprem dalgaları olduğunu, sarsıntıdan sonra bir sismografa ulaşan ilk dalgaların bu dalgalar olduğunu anlatmışlardı. Yeryüzünün yüzeyinde p dalgalarının hızının saniyede 5 km ile 8 km arasında değiştiğinden söz etmişlerdi. Gezegenimizin derinliklerinde ise, basınç ve özkütle daha fazla olduğu için, p dalgalarının 13 km/saniye hıza kadar ulaşabildiğini bildirmişlerdi. “P dalgaları kayaların içinde, tıpkı sesin havada hareket ettiği gibi hareket eder. P dalgaları bir noktadan geçerken bu noktadaki madde önce ileri sonra geri hareket eder. Dalganın ilerleme yönüyle parçacığın titreşim yönü aynıdır, yani p dalgaları boyuna dalgalardır” demişlerdi.
Bir depremde p dalgalarının ardından sismografa ulaşan ikincil dalgaların s dalgaları olduğunu belirtmiş ve bu dalgaların özelliklerini de yine lise jeoloji dersi bilgisi düzeyinde anlatmışlardı. En temel bilgi olarak şunları iletmişlerdi: “S dalgaları sadece katılarda hareket edebilir, sıvılarda ve gazlarda hareket edemez. Genellikle s dalgaları, p dalgalarının yüzde 60’ı kadar hızlıdır. Dolayısıyla yeryüzünün yüzeyinde yayılma hızları saniyede 3 km ile 4,8 km arasındadır. S dalgaları enine dalgalardır. S dalgaları hareket ederken parçacıkların dalganın hareket yönüne dik şekilde, halı silkeler gibi yukarı aşağı titreştiğini görürüz.”
Ardından en çok merak edilen konu olan depremlerin büyüklüğü ve şiddeti hakkında yine lise jeoloji bilgisi düzeyinde açıklamalar yapmışlardı:
“Depremin büyüklüğü ve şiddeti farklı kavramlardır. Depremin şiddeti depremin etkilerine, hissedilmesine ve verdiği zarara göre belirlenir. Depremin şiddetinde fiziksel değişkenler değil gözlenen etkiler esastır. Depremin şiddetini ölçmek için Mercalli ölçeğinde Romen rakamları kullanılır. Örneğin I hissedilmeyen, II zayıf, IV hafif, V orta, VI güçlü, VII çok güçlü ve X ekstrem deprem şiddeti olarak belirtilir.
Depremin büyüklüğü (magnitüd) ise depremin açığa çıkardığı enerjiyi ölçmek için kullanılır. Depremin büyüklüğünü ölçmekte en sık kullanılan yöntem Richter ölçeğidir. Bu logaritmik bir ölçektir. Yani ölçekteki her bir birimlik artış deprem dalgalarının genliğinde 10 katlık, yayılan enerjide yaklaşık 32 katlık artışa karşılık gelir. Örneğin, 2 ve 4 büyüklüğündeki iki depremin arasındaki büyüklük farkı 4-2 = 2’dir. Ama enerjileri arasındaki fark 322 = 1024’tür. Yani 4 büyüklüğündeki bir deprem, 2 büyüklüğündeki bir depreme göre yaklaşık 1000 kat daha fazla enerji açığa çıkarır.
1999 depreminin üzerinden neredeyse çeyrek asır geçti. 6 Şubat 2023’te önce sabaha karşı 04.17’de, sonra da öğle saatlerinde 13.24’te deprem gerçeğiyle oldukça acı bir biçimde yeniden yüzleştik. Geçmişin lise seviyesindeki jeoloji ders notlarını deprem uzmanlarının ağzından yeniden hatırladık. Ne yazık ki tekrar ettiğimiz derslerin bedeli oldukça ağır…
3.
Sosyal medya ortamlarında yer yer rastlıyorum: Lise müfredatlarında yer alan jeoloji, coğrafya, astronomi (kozmoloji), botanik, zooloji, cebir, geometri, tarih gibi derslerin o dönemki (yaklaşık 30’lu, 40’lı yıllardan 80’li yılların başlarına kadar) ders kitaplarının kapak sayfaları paylaşılıyor. “Bir zamanlar” bu derslerin ve öğretmenlerinin “Milli Eğitim” sistemimizdeki yerini ve önemini göstermesi bakımından yararlı bir anımsatma kuşkusuz. Yarım asrı aşan bir kararlılıkla ve bilinçle uygulayageldiğimiz, okullarıyla, öğretmenleriyle, öğrencileriyle, ders kitaplarıyla değerli bir birikime dönüştürdüğümüz “milli eğitim sistemi”ni 80’li yılların başlarından itibaren adım adım yozlaştırmanın, işlevsizleştirmenin, yalnızca öğrencileri değil, bütün bir toplumu eğitimsizleştirmenin, cahilleştirmenin ağır bedellerini ödüyoruz bugün. İşte tam da bu ağır bedele işaret etmek üzere, yapısal yer bilimi ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile tanınan, ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim insanlarından Jeolog Prof. Dr. Celal Şengör, “İddia ediyorum, 68-78 kuşağının lise diploması; AKP kuşağının profesör diplomasından çok daha değerli!” diyerek adeta feryat ediyor. Son 20 yılda “Milli Eğitim”de kaç bakan değişti, sayması güç? Her gelen bakan, kendisinden önceki milli eğitim sistemini eleştirip, “olmaz öyle şey, sistemi değiştiriyoruz” diyerek işe başlayıp bir sonraki bakana adeta enkaz bıraktı! Hiçbir süreklilik, hiçbir tutarlılık izi bulamazsınız son 20 yılın milli eğitim sisteminde. Hal böyle olunca, Celal Şengör’ün de belirttiği üzere, geçmişin sağlam lise eğitim müfredatı bugünün üniversite lisans eğitimi seviyesini geçti! Bu büyük gerilemeyi gözlerden uzak tutmaya çalışan “iktidarın medya yüzleri” orada burada sorumsuzca kimi zaman Mahmut Esat Bozkurt’un Cumhuriyetin hukuk felsefesini ortaya koyduğu eserlerini, kimi zaman 1930-40 yılları arasında Atatürk döneminde okutulan tarih derslerinin 4 ciltlik ders kitabını, kimi zaman da lisede benim de okuduğum Emin Oktay’ın tarih dersi kitaplarını hedef aldılar. “Lisede bu kadar ayrıntılı çok bilgiye ne gerek var” diyerek, geçmişin jeoloji, botanik, zootekni, astronomi, mantık, felsefe, sosyoloji, ekonometri, ev ekonomisi, turizm kitaplarını da lise öğrencilere çok görmüşlerdi. “Okumuşun şerrinden cahilin feraseti”ne sığınmışlardı. “Okumuş ama sadakati yok” denilerek ülkenin aydınlarını, birikimli meslek erbabını adeta bir “tehdit” olarak algılamışlardı. Onlar için olağanüstü hal rejiminde KHK üzerine KHK (ihraç kararnameleri) çıkarmışlardı. Şimdi o basiretsizliğin ağır sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Bugün örgün eğitimin dışına itilmiş, okulsuzlaştırılmış, öğretmenlerinden koparılmış lise çağında pek çok çocuğumuz var. “Okuyup da ne yapacaksınız, gelin organize sanayide çırak olun” denilerek ucuz işgücü ordusuna kaydedilmiş, fırsat eşitsizliğinin mağduru olmuş nice çocuğumuz var. Geçmiş lise müfredatlarının bu değerli ders kitabı kapaklarının fotoğraflarının arşivlerinden bulunup birbiri ardına sosyal medyada paylaşılması bir yerde hem unutkanlığımızı yüzümüze vuruyor, hem de hatırlamamıza, hafızamızı tazelememize imkân sağlıyor.
4.
Davranış kalıplarının değişmesi öyle zor ki...Geçmiş zamanlarda da nice büyük depremler oldu...Salgınlar, yanardağ patlamaları, seller...Hepsinde de insanlığın baskın duygusu şunlardı: Çaresizlik, acizlik, korku, kaygı, endişe, mecburiyet, “olanla ölene çare bulunmaz” kabilinden bir mukadderat, rıza gösterme, boyun eğme ve günler geçtikçe olan bitenin etkisini hafifletme ve nihayet hayata kalındığı yerden devam etme...
Halbuki bu hep böyle mi olmalı?...