“Türkiye Yüzyılı”ndan “Yüzyılın Felaketi”ne…
Deprem Dersleri-Koordinasyondan Sınıfta Kalmak
1.
6 Şubattaki o iki büyük depremin üzerinden bir ay geçti. Bir yandan ulusça büyük bir dayanışma duygusu ve gayretiyle yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz öte yandan da yine aynı dikkat ve hassasiyetle, serinkanlılıkla, deprem sonrası olan bitenleri değerlendirmeye çalışıyoruz.
Bu arada bir de muhalefet cephesinde birkaç günlük bir siyasi deprem yaşadık. Neyse ki sonu hayırlı oldu. Ancak hiç kuşkusuz 6 Şubattaki depremlerin yanında bu siyasi deprem hiç kalır.
Sabaha karşı saat 04.17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde başlayan yer sarsıntısı yaklaşık 50 saniye kadar sonra Hatay’a kadar ulaştı. Deprem ânından itibaren devletin alarm zili acı acı çalmaya başladı. Tüm birimler teyakkuza geçti. Depremden sonra arama kurtarma çalışmalarında çok değerli olan ilk 72 saat (ilk 3 gün) içerisinde yapılan işler, çoğu birbiriyle tutarsız, çelişkili üst düzey açıklamalar göz önüne alındığında, o çok değerli, yaşamsal ilk 2-3 günde esas olarak iki ciddi hata yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunlar;
1) Saat 04.17 itibariyle depremin oldukça yıkıcı şiddeti ve geniş etki alanı çok kısa bir sürede anlaşılıp depremin büyüklüğüyle orantılı acil harekât planları oluşturulup derhal uygulamaya geçirilemedi. Bunun nedeni, devletin kurum ve kuruluşlarıyla böyle bir acil afet harekât planını uygulamaktan aciz olması ya da icra kapasitesinin olmaması değildir. Aksine devletin bu hareket kabiliyetinin derhal ve acilen harekete geçirilememesidir. Bunun da nedeni, başlangıçta (ilk birkaç saat içinde), depremin yıkıcı etkisinin Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesiyle ya da Kahramanmaraş ve çevresiyle sınırlı olduğunun düşünülmesidir. Bu “düşünce”den hareketle, devletin karar verici konumundaki mercileri, ilk anda, bu yıkıcı depremi, önceki depremler (Van, Malatya, İzmir depremleri vb.) gibi, lokal olarak kontrol altına alınabilecek depremlerden birisi olarak değerlendirdi. Birkaç bakanın, genel müdürün deprem bölgesine gönderilmesiyle duruma vaziyet edilebileceği düşünüldü. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte durumun sanılandan çok daha vahim olduğu anlaşıldı ama bu arada çok değerli ilk birkaç saat heba edildi. Aynı gün öğle saatlerinde saat 13.24’te Elbistan’da meydana gelen depremle birlikte durum ne yazık ki büyük bir felakete dönüştü. Eğer durum hızlıca doğru bir biçimde değerlendirilebilseydi, o kritik birkaç saat içerisinde ordunun devasa sivil savunma gücü dâhil devletin tüm birimleri acil bir afet harekât planını icra etmek üzere pekâlâ harekete geçirilebilirdi. Sonradan durumun vahameti anlaşılıp ulusal ve uluslararası yardım çağrıları da dâhil tüm mekanizmalar harekete geçirilmişse de esas olarak arama kurtarma için çok değerli olan ilk iki gün büyük ölçüde heba edilmiştir.
2) Aynı günde dokuz saat arayla meydana gelen iki büyük deprem ilk belirmelere göre 11 ilimizi ve 13,5 milyon yurttaşımızı doğrudan etkilemiştir. Bu büyük etkiden dolayı da bu depremler “yüzyılın felaketi” olarak adlandırılmıştır. Esas olarak ilk 2-3 gündeki (ve sonrasındaki) arama kurtarma faaliyetlerine, ulaşım ve ikmal faaliyetlerine, sivil toplumun yardım ve dayanışma faaliyetlerine bakıldığında, tüm bu faaliyetlerin (ama özellikle de arama kurtarma faaliyetlerinin) tam ve etkili bir koordinasyon içerisinde, “yüzyılın felaketi” olarak adlandırılan bu büyük yıkımın etkisiyle orantılı olacak şekilde yürütülemediği gözlemlenmiştir. Kabul etmek gerekir ki böylesi büyük afetlerde tam bir yetkinlikle, liyakatle sevk ve idare edilmesi gereken bu hayati faaliyetler ne yazık ki ihtiyaç duyulan yetkinlikte, liyakatle sevk ve idare edilememiştir. Deprem bölgelerinde çaresiz insanların çeşitli vesilelerle dile getirdiği “devlet nerede” feryatları koordinasyon, sevk ve idare hususlarındaki yetersizliklerin açık kanıtıdır. Buna bir de yetkililerin birbirinden habersiz çelişkili demeçleri, Kızılay’ın çadır satması gibi kimi skandallar, kamu bankalarının resmi yollardan yasal bağış ve yardım yapma yerine tv kanallarındaki yardım ve bağış programları aracılığıyla bağış açıklama yolunu tercih etmeleri eklenince ne yazık ki depremin katlanılmaz, ağır etkisi daha da ağırlaştı. Depremin yaralarını sarmak için ulusça topyekûn bir yardımlaşma ve dayanışma duygusunu geliştirip büyütmek varken her geçen gün dertlerimize yeni dertler, sorunlarımıza yeni sorunlar eklendi.
Bu iki ciddi hatadan çıkarılacak en önemli ders şudur: Ülkemizdeki afet ve acil durumlarda sevk ve idare ve koordinasyondan görevli tek yetkili kurumumuz AFAD’ın kurumsal kapasitesinin yetersizliğini tespit etmek, bu kapasitenin güçlendirilmesini talep etmek, bu gibi onulmaz afetlerde geleceğimizi daha fazla güvence altına almak bakımından son derece önemlidir, yerindedir; ancak 6 Şubatta peş peke yaşadığımız büyük depremlerin yıkıcı etkisini hafifletecek yorumlarda bulunmak, çok geniş bir alanda etkili olmasına, 100 bine yakın binanın yıkılmasına sebep olmasına bakmayıp afet sonrasındaki çaresizlikleri salt kurumların beceriksizliğinde, koordinasyon işlerinin karmakarışıklığında aramak da doğru değildir. Yaşadığımız afet öyle böyle bir afet değildir. Üstesinden gelinmesi kolay olmayan büyük bir felakettir. Uluslararası yardım ve dayanışmayı da gerektiren bir büyük afettir. Bu süreçte hepimiz, bütün gücümüzle, topyekûn bu felaketin yaralarını sarmak zorundayız.
2.
Ülkemizdeki mevzuata göre afetlerde ilk akla geren kurum hiç kuşkusuz İçişleri Bakanlığına bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığıdır (AFAD). Kurumun resmi internet sitesinde (www.afad.gov.tr) yazdığına göre Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, afet ve acil durumlara ilişkin tek yetkili kurum olup, bir şemsiye kurum anlayışıyla afet ve acil durumun niteliği ve büyüklüğüne göre gerek Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri, Sağlık, Ulaştırma ve Altyapı vb. ilgili diğer bakanlıklar ile gerekse sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içerisinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Başkanlık, bu faaliyetlerini illerde doğrudan valiye bağlı İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri ve 11 ilde bulunan Afet ve Acil Durum Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlükleri vasıtasıyla yürütmektedir. Kurumun web sitesindeki bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere AFAD afet ve acil durumlarda her türlü sevk ve idare işlerini yürütecek tek yetkili kurumdur.
2009 yılında Başbakanlığa bağlı olarak AFAD kurulmazdan önce, afetlerle ilgili olarak; İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Başbakanlığa bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü vardı. 2009 yılında bu kurumlar kapatılarak yerine yetki ve sorumlulukların, koordinasyonun tek bir çatı altında toplandığı AFAD kuruldu.
Afet ve acil durumlarda yetki ve sorumlulukların, kurumlar arasındaki koordinasyonun tek çatı altında toplanması fikri 17 Ağustos 1999’da Gölcük’te yaşanan o yıkıcı depremden çıkmıştı. Görece yönetilebilir büyüklükteki depremlerde, sel felaketlerinde, diğer doğal afetlerde AFAD sevk ve idare işlerinde, kurumlar arası koordinasyonda adını duyduğumuz görünür bir kurumdu. Ancak 6 Şubattaki depremlerden hemen sonrasında (özellikle ilk iki güç gün içinde) gerek sevk ve idarede, gerekse koordinasyonda ciddi sorunlar yaşandı. Bunun da en temel nedeni deprem felaketinin yıkıcı etkisi ile birlikte çok geniş bir alanı etkilemiş olmasıdır. Buna bir de AFAD’ın böylesi büyük ölçekli felaketlerin yönetimindeki kurumsal kapasitesinin yetersizliği eklenince ortaya ne yazık ki özellikle ilk birkaç günde ciddi bir sevk ve idare eksikliği ve koordinasyonsuzluk yaşandı. Deprem bölgesindeki halkın “devlet nerede” feryadı da bu yetersizliğe duyulan isyanın açık bir dışavurumuydu.
AFAD’ın kurumsal kapasitesini anlamak için İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 13 Şubat 2023’te Kahramanmaraş’taki Afet Koordinasyon Merkezi’nde yaptığı açıklamaları hatırlamak yeterli. Şu sözler o toplantıdan:
"AFAD'ın toplam personel sayısı 7 bin 300'dür. Takdir edilir ki 7 bin 300 personelle Türkiye'deki bu büyük afeti veya herhangi bir afeti yönetebilmek mümkün değildir. AFAD, bir koordinasyon kurumudur. Baştan itibaren de bunu ortaya koyuyoruz ve 25 çalışma grubunun her birinin arama kurtarmadan beslenmeye, haberleşmeye, barınmaya, sağlığa kadar birçok paydaşı var."
Adı üstünde: Afet ve Acil Durum Yönetimi… Yönetim, koordinasyonu da içeren ama bunun ötesinde çok daha geniş bir sevk ve idare işidir. Türkiye gibi bir deprem ülkesinin afet ve acil durum yönetimi, Bakan’ın sözleriyle, “7 bin 300 personeli olan bir koordinasyon kurumu”yla icra edilemez! AFAD, sadece bir koordinasyon kurumu olarak değerlendirilemez. AFAD, afetlerde ve acil durumlarda kendisinden beklenen “sevk ve idare”yi, koordinasyonu liyakatle, tam ve eksiksiz olarak yürütebilecek, kurumsal kapasitesi yüksek bir kurum olarak yeniden teşkilatlandırılmalıdır.
İçişleri Bakanı, AFAD’a yönelik eleştirilere de karşılık verdi. Şunları söyledi:
"Ama birtakım değerlendirmeler yapılıyor. AFAD nerede? AFAD sağlıkta. Bu, bir koordinasyon. Herkes kendi işini yapıyor. AFAD nerede? Arama kurtarmada, Poliste, Jandarmada, Güvenlikte veya Mehmetçik'te. AFAD nerede? Kamyonda. Her birinde ortaya çıkan bir çalışmayı devletin kendi koyduğu bir kural çerçevesinde yönetmektedir."
Bakanın belirttiğine göre bölgede 40'ın üzerinde vali, 150'nin üzerinde kaymakam, onlarca genel müdür, her bölgede 5-6 bakan yardımcısı ve bazı yerlerde de birkaç bakan var.
Böylesine büyük afetlerde AFAD’ın koordinasyon için kurumsal kapasitesi yetmediği için bölgede koordinatör valiler, koordinatör kaymakamlar, koordinatör genel müdürler, koordinatör bakanlar, koordinatör bakan yardımcıları bulunmakta.
Bu kadar etkili yetkili koordinatörlerin bulunduğu bir yerde onca koordinasyonsuzluk nasıl yaşanıyor, anlaşılır gibi değil! Elbette kurumlarımızı yıpratmayalım, ancak durum bu… Bu mevcut durumla yüzleşmeliyiz… Bu depremlerden alacağımız en önemli derslerden birisi mevcut kurumlarımızın kurumsal kapasiteleriyle yüzleşmek, yüzleşebilmektir… Elimize geçen her şeyi halının altına daha ne kadar süpürebiliriz ki?
Tüm bunlar deprem derslerinde koordinasyon dersinden sınıfta kaldığımızın resmidir…