“Türkiye Yüzyılı”ndan “Yüzyılın Felaketi”ne…
Büyük bunalımlar, çelişkiler, yüzyılın felaketleri mevcut düşünce yapısının sınırları içerisinde kalınarak değil, aksine, her alanda etkileşimli, bütüncül yeni düşünce yapıları ve davranış kalıpları geliştirilerek aşılabilir. 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ta 9 saat arayla meydana gelen ve 11 ilde etkili olan iki büyük depremden sonra artık hiçbir şeyin eski yerinde olmadığı “yeni durumu” anlayabilmek ve kısa, orta ve uzun vadede bu toplumsal yıkımın üstesinden gelebilmek için öncelikle mevcut düşünce yapımızı ve davranış kalıplarımızı gözden geçirmemiz, her seferinde sınıfta kaldığımız “zihniyet”imizi değiştirmemiz, sonra da yeni bir “paradigma” oluşturmamız gerekir.
Bu iki büyük deprem bize şunu gösterdi: Bilgileri kompartımanlara ayırmak, birbirinden yalıtmak, “bütüncül” düşünme yeteneğimizi köreltiyor. Bu durumda karmaşık olayları kavrayamıyor, olaylar ve olgular arasında bağ kuramıyoruz. Veriden bilgiye ulaşamıyor, verileri sentezleyerek yeni paradigmalar geliştiremiyoruz. Bu durumu aslında 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi ve sonrasında da yaşamıştık. O zaman da mevcut düşünce biçimimizi, davranış kalıplarımızı “kökten” değiştirecek bir paradigma değişikliğine gidememiş, onun yerine, bir an önce yaraları sarmayı, bütün bir Marmara bölgesini etkileyen o büyük yıkımın etkilerini zamana yayarak hafifletmeyi tercih etmiştik.
Kahramanmaraş depremlerinin üzerinden bir ayı aşkın bir zaman geçti. Depremin meydana geldiği andan itibaren yapılanlara ve yapılması gerekenlere baktığımızda görünen “manzara-i umumiye” şöyleydi: Böylesi büyük kriz anlarını aşmaya yönelik, olayın büyüklüğü ile orantılı, “yeterli etkililikte” bir ulusal ya da bölgesel eylem planımız yoktu ya da ihtiyacı karşılamıyordu. Kâğıt üzerindeki mevcut planlar ise sahada etkili bir biçimde, tam bir eşgüdümle icra edilemedi. Öte yandan, bu gibi büyük afet anlarında teçhizatlı bir biçimde olay yerine en seri bir biçimde ulaşma imkânına sahip, en organize kurum olan TSK’nin sivil savunma gücünden ve kapasitesinden ne yazık ki yararlanılamamıştı. Özetle her büyük felaket gibi bu “yüzyılın felaketi”ne de hazırlıksız yakalandık. Bunların hiçbiri “kader planı” ile ilgili değildir. Devlet olarak, hükümet olarak, ilgili kurum ve kuruluşlar olarak, toplum olarak, tek tek bireyler olarak bizim elimizdedir. Etkili bir paradigmamızın olup olmadığıyla ilgilidir. Disiplinler arası bir terim olarak paradigma, çeşitli alanlarda (pandemi, deprem, ekonomik kriz vb.) tutarlı bir model niteliğinde sağlam, etkileşimli, bütünleşik düşünce yapısı ve davranış kalıbını ifade eder.
Siyasal yapımız, üniversitelerimiz, toplumsal düzenimiz, analitik düşünme kapasitemiz ne yazık ki paradigma geliştirmeye pek elverişli değil. Bilimin aydınlığından giderek uzaklaşıyoruz. Pandemi sırasında da ihtiyaç duyduğumuz paradigma değişikliğini yapamamıştık. Salgının yeni paradigması halk sağlığı, salgınların yayılım mekanizması, aşı geliştirme ve üretim kapasitesinin sürdürülebilirliği üzerine kurulmuşken biz ısrarla merkezi şehir hastanelerinin tedavi edici kapasitesini öne çıkararak mevcut düşünce yapımızı ve davranış kalıbımızı koruduk. Yeni bir salgınla karşılaşacak olsak sonuç yine aynı olur!
1999 depreminden sonra aradan geçen bunca yıla rağmen gerekli paradigma değişikliğine neden gidemediğimizi elbirliğiyle araştırmalıyız. 1999 depreminden sonra sergilediğimiz düşünce yapısı ve davranış kalıplarını tekrar etmek yerine bugünden tezi yok yeni paradigma için gerekli siyasal, bilimsel, toplumsal ortamı, teknik altyapıyı el birliğiyle sağlayabilmeliyiz.