“Türkiye Yüzyılı”ndan “Yüzyılın Felaketi”ne…
1.
Bize denildi ki “Altyapısıyla, üstyapısıyla, her şeyiyle hazır bir Türkiye yüzyılına giriyoruz.” Acaba doğru muydu? Acaba, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken altyapımız, üstyapımız, her şeyimiz bu yeni yüzyıla hazır mıydı? Aslında 6 Şubattaki depremler olmasa da hazır değildik, ama bu iki yıkıcı büyük deprem maalesef “Türkiye yüzyılı”na hiç de hazırlıklı olmadığımızı bize açık seçik göstermiş oldu.
Önce “altyapı”sıyla hazırlıklı olmadığımızı gösterdi. Şöyleki:
Depremde yıkılan/hasar gören altyapı tesislerimiz var. Bunlara biraz yakından bakalım. Afet sonrasında ulaşımda, ikmalde ve arama kurtarmada hayati öneme sahip altyapı tesislerinden yıkılanlar, hasar görenler var. Bunların hızla onarılıp deprem sonrasında kullanılır hale getirilmesi kuşkusuz çok önemli. Ancak, bu altyapı tesislerinin neden bu kadar hasar aldığını tespit etmeden, kim onarırsa onarsın, “üç günde beş günde müdahale edip onardık” demenin enkazdan “mucize” kurtuluşlara vesile olmanın ötesinde pek bir anlamı yok. Dakikalarla, saniyelerle yarışıldığı bir büyük afet sonrasında altyapının hasar görmesinden dolayı hayati öneme sahip üç beş günü “telafi” etmek ne yazık ki mümkün değil. Hem her şeyi yerli yerine oturtmamız hem de ilk düğmeyi doğru iliklememiz gerek!
Yıkıcı depremlerden hemen sonra arama kurtarma çalışmaları ile birlikte geçici barınma ve yardım organizasyonlarında en kritik unsur ikmal yollarının açık tutulabilmedir. Kamuoyunda çok konuşuldu, tartışıldı: Depremden en çok etkilenen şehirlerimizden Hatay’daki havalimanı hasar gördü. Depremden sonraki en kritik saatlerde, günlerde kullanılamadı. Bu durum, havalimanını yer seçiminden projesine çeşitli bakımlardan tartışmalı hale getirdi. Murat Ağırel’in Cumhuriyet’teki yazısına göre (11 Mart 2023) Havalimanı 2000 yılından önce planlanmış ve yapımı sırasında Asi nehri’nin taşması sonrası sular altında kalmış. Havalimanının yapıldığı yer 1975’te kurutulan Amik Gölü’nün arazisinin üzeri. O dönemde TEMA projenin iptali için idare mahkemesine başvurmuş. Adana İdare Mahkemesi, başvuru üzerine projeyle ilgili ÇED raporunu iptal etmiş. Sonra yeni ÇED raporu hazırlanmış, bu kez rapor kabul edilmiş. Yeni ÇED raporunu hazırlayan firma aynı zamanda Mersin Akkuyu Nükleer Sanralı’nın da ÇED raporunu hazırlayan firma. Bunun üzerine inşaat devam etmiş ve havalimanının yapımı 2007’de tamamlanmış ve Erdoğan tarafından hizmete açılmış. Depremde zarar gören pistin yapımını üstlenen firma, projeye göre, su baskını riskine karşı bulamaç hendeği (slurry trench) yöntemiyle bir geçirimsizlik (sızdırmazlık) perdesi yapmış. Bulamaç hendeği bir tür yeraltı duvarı. Daha çok baraj gibi su tutma yapılarının ya da gövde kazılarının kuru ortamda yapılabilmesini sağlamak için yapılır. Yapısal taşıyıcı özellikleri yoktur. Depremin yıkıcı etkisine karşı koyabilecek yapısal bir özelliğe sahip değildir. Havalimanında bu yöntemin kullanılmasının nedeni su baskınlarına karşı bir geçirimsizlik perdesi oluşturmaktır. Burada da açıkça görülmektedir ki afete dönüşebilecek doğa olaylarına karşı altyapı tesislerinin güvenliğini bütüncül bir yaklaşımla sağlayamıyoruz. Havalimanın yapımı sırasında inşaat sahasını sel basmış sele karşı önlem almışız, ama depremi, yer sarsıntısını, gölün kurutulduğu alana havalimanı yapmanın risklerini göz ardı etmişiz. Sorunun başlangıcı tam da burasıdır: Depremde hasar görmüş havalimanı beş gün içinde hizmete açmakla övünmek çözüm değil. Doğru iliklenmesi gereken ilk düğme şu: 2007’de açılışı yapılan havalimanda su baskınlarına karşı alınan önlemin bir benzeri deprem anında pistlerin zarar görmemesi için de alınmış mıydı? Proje kriterlerinde bu husus yer alıyor muydu? Alıyor idiyse inşaat projeye uygun olarak yapıldı mı? Yapıldıysa havalimanı depremde neden hasar aldı? Tüm bu sorular havalimanının beş gün içinde hizmete açılmasından çok daha önemlidir.
Başka altyapı tesislerinde de durum farklı değildir. Urfa ve Adıyaman’daki sellerde de dere yataklarını yapılaşmaya açarak, dere ıslahlarını görsel, turistik ıslah çalışmalarına dönüştürerek seli ihmal etmişiz. Otoyollarda, viyadüklerde, tünellerde de durum aynı… Zemin etüdünü düzgün yaptığımız yerde inşaatı düzgün yapmıyoruz, zemin etüdünü düzgün yapmadığımız yerde de inşaatı düzgün yapıyoruz. İkisini bir arada düzgün yapamıyoruz bir türlü!
Uzun vadeli bütüncül yaklaşımlardan uzak anlık ihtiyaçlara anlık projeler yaparak altyapı oluşturulmaz. Bu zihniyetle yapılan altyapılar günü gelir işte böyle elimize ayağımıza dolaşır!
Diğer bir önemli ikmal yolu da karayollarıdır. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’nın dediğine uyacak olursanız deprem bölgesinde “Dayanıklı yollar sayesinde ulaşımın kesintisiz sağlanmış”. Oysa hepimiz gördük ki viyadüklerde çökme var, yollarda büyük yarıklar var. Depremde hasar gören, kullanılamaz hale gelen yolların görüntülerini hepimiz gördük. Öyle ki Karayolları Genel Müdürlüğü depremde hasar gören kapalı yolları gösteren harita ve liste yayımladı. Viyadükler, otoyollar, kavşaklar ciddi altyapı tesisleridir. İkmal sırasında kritik öneme sahiptir. Yapını sırasında sel de deprem de fırtına da çökme de heyelan da bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalı bütün risk unsurları değerlendirilmelidir. Bunun böyle yapılmadığını ne yazık ki yaşayarak gördük! İyi günlerde nutuk çektik belki ama doğanın sınamasından sınıfta kaldık. Deprem olmasa yaptığımız bu “eserler”le daha uzunca bir süre belki de övünüp duracaktık!
En risksiz olması beklenen tüneller bile kapatıldı. Çünkü tünel dediğiniz altyapı tesisleri, emniyet katsayısı yüksek, depreme dayanıklı, yüksek güvenlikli yapılardır. Deprem, heyelan, göçme, çökme gibi afetlerde, savaşlarda ilk sığınılacak yerlerden biridir. Onlardan da uygun olarak yapılmadığı için geçici olarak kullanıma kapatılan ya da kontrollü olarak ulaşıma açık tutulanlar var.
İskenderun Limanı’na depremden kaç gün sonra ikmal yapabildik? Halbuki daha “dün” bölgede hidrokarbon arıyoruz, arayacağız, aradık diye sondaj gemileri İskenderun Limanı ile Kıbrıs arasında adeta mekik dokuyordu! Sondaj gemilerinin dokuduğu mekiği neden ikmal gemileri hemen ve derhal dokuyamadı?
Hükümet depremin vahametini geç idrak etti. Daha önceki depremler gibi lokal olarak üstesinden kolayca gelirim zannetti. Bakanların, valilerin bölgeye intikal etmesiyle duruma vaziyet edilebileceğini düşündü. Gün ışıyıp durumun vahameti anlaşıldığında ise artık her şey için zincirleme olarak çok geçti…
Proaktif olunabilseydi yıkılan ve yıkılmak üzere olan binalar bir yana, bu deprem şimdikinden çok daha az can kaybıyla atlatılabilirdi.
Biz “Altyapısıyla, üstyapısıyla, her şeyiyle hazır bir Türkiye yüzyılına giriyoruz.” Sanıyorduk, ama öyle değilmiş… Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken altyapımız, üstyapımız, her şeyimiz bu yeni yüzyıla hazır değilmiş… 6 Şubattaki bu iki yıkıcı büyük deprem maalesef “Türkiye yüzyılı”na hiç de hazırlıklı olmadığımızı bize acı bir biçimde öğretti. Elbette devletin desteğiyle, milletçe büyük bir dayanışma ve yardımlaşma duygusuyla yaralarımızı saracağız, ama hiçbir şeye hazırlıklı olmadığımı da bilerek, bunu da hiç aklımızdan çıkarmayarak saracağız…