“Türkiye Yüzyılı”ndan “Yüzyılın Felaketi”ne…
1.
6 Şubatta Kahramanmaraş’ta ve 20 Şubatta Hatay’da birbiri ardına meydana gelen depremlerin yıkıcı etkisi maddi ve manevi yönleriyle hiç kuşkusuz yıllar boyu sürecek. Öyle temel atmakla, bir yıl süre istemekle, toplu konutlar yapmakla geçecek gibi değil. Bunun eğitimi var, sağlığı var, yıllar sürecek rehabilitasyonu var, yıkık dökük şehirlere, kasabalara yeniden hayat vermesi var… Ve daha bir sürü şey…
Geride onulmaz acılar bırakan deprem felaketi hepimize pek çok şey öğretti ve öğretmekte… Gerek depremden önce, gerek deprem sırasında, gerekse sonrasında, özellikle de hemen birkaç saat sonrasında, yapmamız gerekip de yapamadıklarımızı öğrendik hep birlikte. "Başarıyla gerçekleştirilen tatbikatlar" ile "deprem gerçeği" arasındaki uçurumu, derin fay hattını acı bir biçimde “tecrübe” etmiş olduk. Oysa aynı tecrübeleri daha önce de yaşamıştık. Aradan geçen onca zamanda bir arpa boyu bile yol alamadık! Yalnızca bu ders bile her şeyi anlamaya ve anlatmaya yeter! 1999’daki Marmara depreminde neler eksik idiyse çeyrek asır sonra aynı eksikliklerle bir kez daha yüzleşmek acı ile hüzün, öfke ile isyan arasında karmaşık duygulara yol açıyor. Hep yarım, hep eksik olmamak için bu yüzleşmeyi cesaretle yapmalıyız, yapabilmeliyiz.
Her birimiz birer yurttaş, birer vatandaş olarak kendi benliğimizde (nefsimizde) bu yüzleşmeyi yapmalıyız.
Hasan Âli Yücel’in ilk basımı 1956’da yapılan İyi Vatandaş İyi İnsan adlı değerli bir eseri vardır. Yayımlandığı yıldan beri defalardır yeni baskılarının yapılması toplumun “iyi insan-iyi vatandaş” olmaya olan ilgisini göstermesi bakımından oldukça sevindiricidir. İş Bankası Kültür Yayınları bu değerli kitabı okurlara tanıtırken şu satırlara yer vermiş:
“İnsanın binyıllar süren tarihsel süreçte nasıl insan olduğunu, insani değerlerin farklı coğrafyalarda ve kültürlerde nasıl aynı yöne doğru evrildiğini merak edenler için yazılmış bir kaynak eser İyi Vatandaş İyi İnsan. Türk eğitim tarihinin ve aydınlanmasının öncülerinden Hasan Âli Yücel, "Bizim İnsanımız" için derlediğini vurguladığı bu eserde, insanlığın büyük yol göstericilerinin öyküleriyle başlayarak modern çağın vatandaşlık ve insanlık kavramlarına uzanan hikâyesini anlatıyor.
İyi bir insan olmanın ilk tanımları, Hindistan'dan Buda, Çin'den Konfuçyüs ve Akdeniz dünyasından Sokrates'in bilgeliklerine dayanır. Üçü de Ortadoğu kökenli olan semavi dinlerin getirdiği tanımlar ile peygamberlerinin sergiledikleri örnek davranışlar ise, iyi insan olmanın yollarını ve yöntemlerini giderek daha ayrıntılı biçimde gösterir.
Modern çağdaysa din, mezhep ve millet anlayışlarının yarattığı çatışmaları aşmak üzere geliştirilen insanlık kavramı ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, sadece iyi insanın tanımını yapmaz, her bireyin haklarını, özgürlüklerini ve sorumluluklarını bir arada tanımlar.
Hasan Âli Yücel bu kitabı İkinci Dünya Savaşı'nın büyük yıkımını izleyen yıllarda kaleme aldı. Din, mezhep, millet, ırk ayrımlarının yarattığı çatışmaların zirvesi olan bu büyük savaşın ardından, insanlık kavramı ilk kez kitleler tarafından anlaşılıyor, benimseniyordu. Bugün dünyayı bir kez daha saran ekonomik ve toplumsal krizler arasında, yarım yüzyıldan fazla zaman önce yazılmış bu metin hâlâ tazeliğini koruyor…”
İnsan nerede olursa olsun her yerde insandır; yeter ki bilgiyle, bilinçle, erdemle donansın, birikimini tutarlı tavır ve davranışlarla sergilesin…
Cumhuriyet, özünde, hak ve özgürlükler temelinde, yurttaşlık bilinciyle, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” iyi insanlar, iyi vatandaşlar yetiştirmeye yönelik bir çağdaşlaşma projesidir. Yurttaşlık bilinci bu çağdaşlaşma idealinin temel taşıdır. Bu nedenle Atatürk, Cumhuriyetin gelecek nesillerini düşünerek kendi el yazısıyla Vatandaş için Medeni Bilgiler (Yurttaşlık Bilgileri) kitabını yazdı. Yıl 1931. Afet İnan’ın derleyip yayına hazırladığı iki ciltlik bu kitap gerek içerdiği bilgiler (yurttaşlık bilgisi, hak ve ödevler vb.) gerekse sunduğu gelecek perspektifiyle devrim niteliğindeydi. Kitap, uzun yıllar ortaokullarda ve liselerde ders kitabı olarak okutuldu.
Yurttaşlık bilinciyle yetişen o dönemin Cumhuriyet nesli, zaman içinde “Cumhuriyetin bireyi olmak” şeklinde ifade edilen bir idealin temsilcilerine dönüşecekti.
2.
İnsan, yıllar yılı geliştirdiği tavır ve davranışlarını gözden geçirmeden, kritik anlardaki eylemlerini sorgulamadan, içinde samimi ve güçlü bir arınma duygusu taşımadan ummam ve sanmam ki “iyi insan-iyi vatandaş” olma yolunda yeterince ilerleyebilsin. İlerlemek bir yana en ufak bir tümsekte bile tökezlemek mümkün, hatta mukadder! Hayatın hepimizi sınadığı anlar vardır. Bu anlar kimi zaman “yıldızın parladığı anlar”dır, kimi zaman da “yüzyılın felaketi”nin yaşandığı anlar… Böylesi anlarda sözün bir hükmü yoktur, asıl olan yapıp ettiklerimizdir. Ziya Paşa’nın şu ünlü beyti yeri geldikçe hep hatırlanır: "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde." Yani: "İnsanın aynası iştir, lafa bakılmaz. Bir kişinin aklının seviyesi yaptığı işte görünür."
Ziya Paşa’nın bu beytinden yola çıkarak “iyi yurttaş-iyi vatandaş” olma yolunda neleri yapıp neleri yapmadığımızı konuşmakta, tavır ve davranışlarımızı dürüstçe gözden geçirmekte, deyim yerindeyse iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmakta yarar var.
İtiraf edelim ki bizi iyi insan-iyi vatandaş olmaktan alıkoyan etkenlerin başında yüzyıllardır üzerimize sinmiş olan “şark kurnazlığı”mız gelir. Küçük menfaatlerimizle toplumsal yarar arasında bir türlü dengeyi tutturamamış olmamızın başlıca nedenlerindendir şark kurnazlığımız. Çok örnekleri var ama sonuçları bakımından son derece ağır olan birkaç hayati örneği burada paylaşmak isterim.
Depremin yol açtığı yıkımlar nedeniyle imar afları çok eleştirildi. Bir suç örtbas ediliyor gibi olmasın diye “af” yerine “barış” demeyi tercih ettik. Tam bir şark kurnazlığıyla “imar affı”nı “imar barışı”na dönüştürdük. 1950’li yılların başında köyden kente göç olgusuyla birlikte giderek kontrolden çıkan bir gecekondulaşma gerçeğiyle yüz yüze kalmıştık. O zamandan beri imar afları hep gündemde oldu. Kayıt dışı evleri, gecekonduları, giderek apartmanları kayıt altına alıp yasal statüye kavuşturabilmek için akla hayale gelmedik yollar denedik. “Tapu tahsis belgesi” dağıttık, e-devlet üzerinden sağdan soldan, önden arkadan fotoğraf yükleyip harç parasını yatırana “yapı kayıt belgesi” verdik, üstüne üstlük hazinenin kasasına an itibariyle şu kadar lira girdi diye gün gün, saat saat bilgilendirmeler yaptık… 6 Şubat ve 20 Şubatta yaşadığımız depremler, tüm bu şark kurnazlıklarının ne kadar vahim sonuçlara yol açtığını bize çok acı bir biçimde gösterdi. Bir de madalyonun öteki yüzü var: Meclisteki kanun yapıcılar, hükümetteki bakanlar, başbakanlar, şimdilerde cumhurbaşkanları, yıllar yılı imar affı çıkarırken kendi paşa gönüllerine göre mi bu yola başvurdular? Elbette hayır! Çürük çarık olduğuna bakmaksızın, kayıt dışı gecekondusu, evi, apartmanı olan vatandaşın baskısı olmasa, yoğun talebi olmasa yasama, yürütme böylesi popülist (halk yararına değil, halkçı değil, “popülist”) yollara, günü kurtarmaktan öteye bir anlamı olmayan imar aflarına başvurur muydu? İmar affını talep eden, yapı kayıt belgesi alabilmek için sabahın köründe maliye veznelerinin önünde sıraya giren milyonlarca vatandaşın bu çarpıklıkta bir sorumluluğu yok mu? Milletvekilleri, belediye başkanları, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları şark kurnazı da imar affı talep eden milyonlarca vatandaş şark kurnazı değil mi? Hani Nâzım’ın dediği gibi: “kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
Bir seçim otobüsünden üzerinize kimi zaman keyif çayı atılıyor, kimi zaman oyuncak, kimi zaman başka bir şey. Elindekini “kalabalığa” gelişigüzel fırlatanlar, yaptığında herhangi bir “beis” görmüyor. Onlara göre “normal”. Peki ya bu muameleye “maruz” kalan vatandaşın “hissiyatı” ve tavrı ne? Halk, önüne atılan 200 gramlık çay paketini alabilmek için neredeyse birbirini ezecek! Oysa, hak ve ödevlerinin bilincinde bir “Cumhuriyet yurttaşı”nın böylesi durumlarda ne yapması beklenir? Bir daha böyle şeylere cüret edemesinler diye, başına atılan 200 gramlık çay paketlerine tenezzül etmeyip yönünü dönüp bakmayıp o çay paketlerini pervasızca atanlara o paketleri yerden teker teker toplatması beklenir! Böylesi aşağılamalara maruz kalanlar bu tür muameleleri eylemli olarak reddetmedikçe her seferinde daha fazlasına müstahak olurlar!
Bir de -güya- deprem bölgesi ziyaretlerinde göstere göstere çocuklara para dağıtmalar çıktı! Bu kötü örneklerden bir an önce vaz geçilmelidir. Tekrarlandığına göre anlaşılan o ki kalabalıkta çocuklara para dağıtanlar bu yaptıklarında herhangi bir “beis” görmüyor. Bu durumda bu yanlışı düzeltme görevi öncelikle annelere babalara düşer: Anneler babalar, sokakta tanımadığı kimselerden para, pul ya da başka herhangi bir şeyi almamaları, onlarla birlikte herhangi bir yere gitmemeleri yönünde çocuklarını sıkı sıkı tembihlemelidirler! Çocuklarının eline sıkıştırılan para pul gibi herhangi bir şey olmuşsa da bunları tez elden sahiplerine iade etmelidirler!
Cumhuriyetin yurttaşlara öğüdü şudur: Sizin olmayan, hakkınız olmayan hiçbir şeyi talep etmeyin! Hakkınız olanı da hak ve özgürlükler çerçevesinde sonuna kadar talep edin!
Yine aynı yere geldik: “kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”