“Türkiye Yüzyılı”ndan “Yüzyılın Felaketi”ne…
(1999 “Gölcük” ve “Düzce” Depremleri)
1.
Kahramanmaraş ve Hatay’da meydana gelen deprem fırtınaları olmazdan önce yakın dönemde kabaca son 25 yılda ülkemizde etkisi yıllar süren şu yıkıcı depremler meydana gelmişti:
17 Ağustos 1999'da 7,4 büyüklüğünde "Gölcük",
12 Kasım 1999'da 7,2 büyüklüğünde "Düzce",
23 Ekim 2011'de 7,2 büyüklüğünde "Van",
Mayıs 2003'te 6,4 büyüklüğünde "Bingöl",
24 Ocak 2020'de 6,8 büyüklüğünde "Elazığ",
30 Ekim 2020'de 6,6 büyüklüğünde "İzmir" depremi.
Yakın geçmişte yaşanan bu büyük depremlerin sonuçlarına bakarak Kahramanmaraş ve Hatay’da yaşanan depremlerin yaralarının nasıl sarılabileceğine dair kimi fikirler edinebiliriz.
2.
17 Ağustos 1999 "Gölcük" depremi:
Deprem tüm Marmara Bölgesi'nde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedildi. Depremden yaklaşık 16 milyon insan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendi. Resmi raporlara göre 17.480 kişi öldü, 23.781 kişi de yaralandı. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. Depremin ardından açılan meclis araştırması raporuna göre (2010) depremde ölenlerin sayısı 18.373 olarak güncellendi. Depremde en çok ölüm Kocaeli’nde oldu. Bunu Sakarya, Yalova, İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir ve Zonguldak illerindeki ölümler izledi.
Depremin ardından 170 kamu görevlisi hakkında görevi ihmal suçlamasıyla çeşitli davalar açıldı. Bu kişilerin bazıları görevden uzaklaştırılırken, bazı davalar da zaman aşımı nedeniyle düştü.
Ayrıca yıkılan ya da zarar gören binaların müteahhitleriyle ve site yöneticileriyle ilgili toplam 2 bin 100 kadar dava açıldı. Ancak bu davalarda verilen hükümler ya ertelendi ya da zaman aşımına uğradı.
Yalova'da inşa ettiği binaların önemli bir kısmı çöken ve 200'e yakın insanın hayatını kaybetmesine neden olan müteahhit Veli Göçer'le ilgili yargı süreci kamuoyu tarafından ilgiyle takip edilmişti. Depremin “günah keçisi” ilan edilen Veli Göçer, o yargılamada18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. 7,5 yıl hapis yattıktan sonra 2011'de şartlı salıverme hükümlerinden yararlanıp tahliye oldu, sonra da bir şirket kurarak yeniden inşaat sektöründe faaliyet göstermeye başladı.
Belki hatırlanacaktır: İstanbul'un Avcılar ilçesinde boynunun üzerine bir kolon düşmüş vaziyette enkaz altından çıkarılan bir depremzede olan Ömür Kınay, enkazdan çıkarılırken çekilen fotoğraflarının gazetelerde yayımlanması üzerine depremin simge isimlerinden birisi haline gelmişti. Anayasa Mahkemesi, 2015 yılında bireysel başvuru yapan Ömür Kınay'ın depremde enkaz altında kaldığı binanın ruhsatsız ve kaçak yapı olduğunun tespit edilmesiyle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi ve kendisine 27 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Anayasa Mahkemesi bu kararı 2019’da verdi, yani depremin üzerinden tam 20 yıl geçtikten sonra! Hep söylenir: Geç gelen adalet, adalet değildir.
Sözün özü, “cezasızlık” ve “adaletsizlik”, o günlerden bugünlere kötü bir alışkanlık olarak yakamızı hiç bırakmadı.
Depremde 96.796 konut ve 15.939 iş yeri ya yıkıldı ya da ağır hasar aldı. 107.315 konut ve 16.316 iş yeri orta hasarlıydı. Bununla birlikte 113.382 konut ve 14.657 iş yeri az hasarlı binalar olarak kayıtlara geçti. Depremde yaklaşık 600 bin kişi evsiz kaldı. Bu sayılar depremin yıkıcı etkisi hakkında yeterince bilgi vermekte.
Depremden sonra 43.264 adet prefabrik (konteyner) ev talep edilmiş bunların 40.786’sı karşılanmış. Prefabrik evlerde yaşayan nüfus 147.120 olarak kayıtlara geçmiş.
İlk etapta Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, Yalova ve İstanbul’da depremde yıkılan ve ağır hasar gören konutların yerine toplam 42 bin 587 kalıcı konutun inşaatına başlandı. Bu konutların 25 bin 354 adedinin Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca, 14 bin 294’ünün Dünya Bankası kredisiyle ve 2 bin 502’sinin de hibe yoluyla yapılması planlandı. Konut projeleri için Dünya Bankası’nın yanı sıra Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası ile Avrupa Yatırım Bankası da kredi desteğinde bulundu.
Depremin birinci yılında 8 bin, ikinci yılında ise 18 bin 530 konutun yapımı tamamlanarak hak sahiplerine teslim edildi. Geriye kalan konutlar da zaman içinde tamamlanarak yine hak sahiplerine teslim edildi.
17 Ağustos Depremi, o günkü ülke ekonomisi üzerinde de çok ciddi olumsuz etkiler yarattı. O günlerde depremin maliyetini Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) 15-19 milyar dolar, Dünya Bankası da 12-17 milyar dolar, Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) ise 17 milyar dolar olarak hesapladı. Deprem sonrası baş gösteren korku, panik, depresyon gibi uzun süreli psikolojik rahatsızlıkların topluma “maliyeti” ise ayrı bir bahis.
Depremin ardından özellikle yeniden yapılanma çalışmaları nedeniyle dış kaynak ihtiyacı artarken, sanayi bölgesinde bir süre üretim faaliyetlerine ara verilmesi, ekonominin küçülmesine neden oldu.
Yine o günlerde Türkiye'nin en büyük petrol rafinerisi TÜPRAŞ'ta çıkan yangın günlerce sürdü.
Tüm bu olumsuzluklar, ülkemizin “2001 krizi”ne sürüklenmesinde etkili oldu.
Depremin yarattığı ilk şokun atlatılmasının ardından ilk etapta arama-kurtarma faaliyetlerine, bir süre sonra da enkaz kaldırma çalışmalarına odaklanıldı. Bazı yerlere kurtarma ekiplerinin ulaşması günler sürdü. Bazı noktalarda enkaz kaldırma çalışmaları aylarca devam etti.
Kızılay ve Sivil Savunma Birlikleri gibi kamu oluşumlarının yanı sıra Arama Kurtarma Timi (AKUT) gibi özel ve gönüllü gruplar da yardım çalışmalarında etkin rol oynadı. Ayrıca, İngiltere, Yunanistan, ABD ve Japonya başta olmak üzere çok sayıda ülkeden yardım görevlisi geldi.
17 Ağustos'un (1999) ardından deprem konusu Türkiye'nin en önemli gündem maddesi haline geldi.
O dönemde Bülent Ecevit başbakanlığındaki koalisyon hükümeti, gerek deprem sonrası yardım ve kurtarma çalışmalarında kullanılmak, gerekse de depremin yarattığı ekonomik zararın etkilerini gidermek amacıyla bir dizi yasal düzenleme yaptı. Yapılan düzenlemeler arasında şunlar yer aldı:
Başta Özel İletişim Vergisi (ÖİV) olmak üzere bir dizi yeni vergi getirildi ve bu vergilerin çok büyük bir kısmı halen yürürlüktedir.
20 bilim insanı ve araştırmacıdan oluşan Ulusal Deprem Konseyi kuruldu ancak bu Konsey 2007 yılında lağvedildi.
İstanbul'un birçok noktasına deprem konteynerleri yerleştirildi ve toplanma alanları belirlendi. Belirlenen toplanma alanlarının büyük bir bölümü daha sonra imara açıldı.
Deprem sigortası zorunlu hale getirildi.
Türkiye genelinde arama-kurtarma ekiplerinin sayısı artırıldı.
İmar yasalarında bir dizi değişiklikler yapıldı. Depremin ardından yapıların depreme dayanıklılık esasları ve denetim kuralları değiştirildi. 2007, 2012 ve son olarak da 2019 yılında yönetmeliklerde ciddi değişikliklere gidildi. Ancak zaman içerisinde ardı ardına çıkarılan popülist “imar afları”, depreme dayanıksız kaçak yapıları yasal koruma altına altı. Böylelikle mevcut yapı stokunun depreme dayanıklı olacak şekilde dönüşümü sekteye uğratıldı. Sorun, çözülmek bir yana, gittikçe daha da karmaşık bir hal aldı. Oysa 1999’da Gölcük depreminden sonra kurulan Meclis Araştırma Komisyonu raporunda harfi harfine şunlar yazmaktaydı:
“Yeni bir deprem politikası oluşturulmalı, devlet politikası olarak uygulanmalıdır. Gecekondulaşma, kaçak yapılaşmayı teşvik eden imar affı politikasından kesinlikle vazgeçilmelidir. Planlama ve yapı sektöründe görev alan meslek dallarının uzmanlık alanlarının yetki ve sorumluluklarını belirleyen meslek yasaları çıkarılmalıdır. Bu yasalarda meslek odalarına üyelerini denetleme yetkisi verilmelidir. Gereği yerine getirilmezse odalar da sorumlu tutulmalıdır.”
O raporun üzerinden tam çeyrek asır geçti. Ama duyan kim, uyan kim…
Ayrıca, TÜİK verilerine göre Türkiye’de 15 milyon civarında yapı stoğu bulunmakta ve bu stokun yüzde 55’i ruhsatsız ve kaçak, yüzde 60’ı da 20 yaş üzeri konutlardan oluşmakta. Ayrıca, 20 yaş üzeri konutların yüzde 40’ının depreme karşı güçlendirilmesi gerektiği belirtilmekte. Bu olumsuz şartlar altında kamunun, asli görevlerinden olan “yapı denetimi” görevini etkin bir biçimde yerine getirmesi oldukça zordur. Mevcut “yapı denetim sistemi” ile alınabilecek pek fazla bir yol olmadığı bugünden ortadadır. En azından verilere dayalı durum bunu gösteriyor. Yapı denetim laboratuvarlarının sayısı ortadadır, nitelikleri ortadadır, istihdam ettikleri nitelikli uzman personel sayısı ortadadır, denetim görevindeki rolleri ve etkinlik seviyeleri ortadadır…
Aradan neredeyse 25 yıl geçmiş olmasına rağmen 1999 Gölcük depreminin yaraları henüz tam olarak sarılabilmiş değil. 2023’ün Şubat ayında peş peşe yaşadığımız Kahramanmaraş ve Hatay depremlerinin yaraları da öyle bir yılda, birkaç yılda sarılabilecek gibi değil. Yara derin, hasar çok…
3.
12 Kasım 1999 "Düzce" depremi:
Düzce Depremi, 7.2 büyüklüğünde, 30 saniye boyunca etkili olan bir depremdi. Deprem üssü Düzce'ydi. Düzce, Akçakoca, Cumayeri, Çilimli, Gölyaka, Gümüşova, Kaynaşlı ve Yığılca'da etkili oldu.
O dönemki Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi tarafından ölü sayısı 845, yaralı sayısı 4 bin 948, depremde hasar gören ve derhal yıkılması gereken bina sayısı 3 bin 395, yıkık ya da ağır hasarlı ev sayısı 12 bin 939, iş yeri sayısı ise 2 bin 450 olarak açıklandı. Depremden hemen sonra Bolu'ya bağlı Düzce ilçesi, Türkiye'nin 81. ili oldu.
Düzce Valiliği’nin açıklamasına göre depremden sonra alınan önlemler şöyleydi:
“17 Ağustos depremi ile kurulan çadırkentler bu kez daha yaygın olarak kurulmaya başlandı. Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere kamu ve özel sektör kuruluşları tarafından ilk anda hemen hemen her mahallede, her geniş alanda çadırkentler oluşturuldu. Yine 17 Ağustos depremi ile inşaasına başlanan ve kalıcı konutlara geçinceye kadar depremzedelerin yaşamlarının rahat sürdürmelerini sağlamak amacıyla prefabrike konutların yapımına hız verildi ve sayıları arttırıldı. Depremin hemen erkesi günü başta Kızılay olmak üzere çeşitli kamu kurum ve kuruluşları ile özel bazı kuruluşlar tarafından sıcak yemek verilmeye başlandı. Depremzedelerin giyim ve kuşamları için LDKM (Lojistik Destek ve Koordinasyon Merkezi) aracılığı ile istisnasız tüm depremzedelere her türlü giyecekleri birkaç kez ihtiyaçlarında ötesinde dağıtım yapıldı. Depremzedelerin kışı sıcak bir ortamda geçirmeleri için katalitik ve elektrikli ısıtıcılar dağıtılıp, tüm kış boyunca her ay 4 tüp verildi. Yine bir yıl boyunca depremde evini kaybeden ve orta hasarlı olanlara ayda 100 Milyon TL. olmak üzere ödeme yapıldı. Konutları orta ve az hasarlı olanlara onarım yardımı yapıldı.”
Depremden sonra kış şartlarında prefabrik konutlarda yaşayan vatandaşlar için il merkezinin kuzeydoğusunda, şehir merkezine yaklaşık 6 kilometre uzaklıktaki Nalbantoğlu ve Sallar köyleri arasında 329 hektar alanda 8 bin kalıcı konut inşa edildi. Kent, depreme dayanıklılığı önceleyen bir anlayışla adeta yıkılıp yeniden yapıldı. 2004'te Yatırım ve İstihdamı Teşvik Yasası kapsamına alınması ile birlikte Düzce’de kısa zamanda 100'ü aşkın fabrika kuruldu, 20 bini aşkın kişiye istihdam sağlandı.
Düzce’de 23 Kasım 2022’de 6.0 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. Yapı güvenliğini önceleyen yaklaşımlar ve zaman içinde alınan önlemler sayesinde depremde herhangi bir can kaybı yaşanmadı.
Ancak aynı şeyi ne yazık ki 25 Eylül 2019’da İstanbul’da Silivri’de meydana gelen 5.8 büyüklüğündeki deprem için söyleyemeyiz. O gün Silivri’de deprem sırasında ve sonrasında yaşanan kaos geçmiş depremlerden ders alınmadığı gerçeğini açıkça ortaya koymuştu. Orta şiddette meydana gelen bu deprem, depreme her yönüyle hazır olmanın ne kadar önemli olduğunu, bundan sonra yaşanacak depremler için acil önlemlerin en kısa sürede alınması gerektiğini bizlere bir kez daha hatırlatmıştı.
Sonrasında Kahramanmaraş ve Hatay’da yaşanan depremler, “deprem gerçeği”ni bize bir kez daha acı bir biçimde hatırlattı… Konu ile ilgili uzmanların, meslek örgütü sözcülerinin kamuoyuna söyledikleri şunlardır:
Depreme dayanıklı güvenli yapı tasarımı için, imar planına altlık teşkil edecek jeolojik-jeofizik-jeoteknik etütler yapılmadan yeni yerleşim yerleri belirlenmemeli, ada ve parsel bazlı tüm yapılaşmalarda mühendislik hizmeti almayan hiçbir uygulamaya ruhsat verilmemeli, riskli alanlar imara açılmamalı, bilimsel normlara dayalı yer seçimi yapılmalı, niteliksiz yapı üretimi engellenmelidir.
İmar affına (imar barışı) yönelik imara ve yapılaşmaya aykırı yapılan binalara ruhsat verilerek deprem riski altında olan şehirlerde yaşayan insanlar tehlikeye atılmıştır. Böyle çelişkili yasal düzenlemeler gelecekte meydana gelecek depremlerde daha büyük yıkımlara ve can kayıplarına neden olacaktır. Plansız, ruhsatsız ve denetimsiz yapılaşmayı olanaklı kılan tüm yasal düzenlemeler yeniden değerlendirilmeli veya iptal edilmelidir.
Yapı üretim ve denetim sürecinde; sağlıklı bir kentleşme, kamu yararı, güvenli binalarda yaşama hakkı için kamusal mesleki denetim kapsamında yeni mevzuat düzenlemesi ile meslek odalarına denetim yetkisi verilmelidir.
Depremle iç içe yaşamak zorunda olduğumuz ülkemizde, toplumsal acıların tekrar yaşanmaması için, bir doğa olayı olan depremlerin önlenemeyeceğini, ancak alınacak bilimsel önlemler, bilinçli eğitim ve güvenli konut üretimi ile her türlü zararın en aza indirilebileceği unutulmamalı ve gerekli önlemler alınmalıdır.
Depremlerden alacağımız dersin özü de özeti de bu uyarılarda gizlidir…