“Türkiye Yüzyılı”ndan “Yüzyılın Felaketi”ne…
1.
1930’lu yılların başından beri ayak sesleri duyulan 2. Dünya savaşı, Hitler’in 1 Eylül 1939’da Polonya’yı işgal etmesiyle resmen başlamış oldu. Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgali üzerine İngiltere ve Fransa, Almanya’ya karşı savaş ilan etti. Bunun üzerine Avrupa ülkeleri birbiri ardına birbirlerine karşı savaş ilan etmeye başladı. Polonya’nın işgalinden kısa bir süre sonra Nazi Almanyası 1940 yılı baharında Batı Avrupa’yı çoktan işgal etmişti. İlerleyen birkaç yıl içinde savaş Avrupa sınırlarını aşıp Atlantik ötesine, ta Uzak Asya’ya kadar yayıldı.
Türkiye, bu yıkıcı savaşa girmemekle birlikte savaşın beraberinde getirdiği yokluktan, kıtlıktan, karartma gecelerinden, güvenlik endişesinden çok etkilendi. Savaş süresince ekmek yalnız bizde karneye bağlanmadı, Avrupa’nın göbeğinde Paris’te de, Londra’da da karneye bağlandı. Kıtlık yalnız bizde yoktu, kıtlık her yerdeydi.
O dönemde Avrupa’nın savaşan güçleri Türkiye’yi savaşa sokmak için çok çaba sarfetti. İçimizden kimileri, daha çok Ankara’daki Alman Büyükelçiliği’nin propagandasının etkisi ve yönlendirmesiyle, Almanya’nın yanında savaşa girip, “fırsattan istifade”, 1. Dünya Savaşı’nda Balkanlar’da ve Orta Doğu’da kaybettiğimiz toprakları geri alma hayalleri kurdu.
Burada bir parantez açmak isterim: Tam bir “şark kurnazlığı” eseri olan bu “fırsattan istifade” siyaseti ne yazık ki dönem dönem ileriki yıllarda da değişik biçimlerde nüksetti. Burada iki-üç örneği hatırlatmakla yetinmek isterim: Birincisi Adnan Menderes’in NATO’ya girebilmek için bir gecede, herkesten habersiz Kore’ye asker gönderme kararı, ikincisi, ilk körfez savaşı sırasında, muhalefetin bütün itirazlarına rağmen Turgut Özal’ın “bir koyup üç alacağız” ümidiyle ülkeyi savaşa sürükleme arzusu, üçüncüsü de ABD ve İngiltere’nin Saddam yönetimindeki Irak’ı işgal etmeye hazırlandığı 2003 yılında Tayyip Erdoğan’ın ( O dönemde başbakan Abdullah Gül’dü, Başbakan’ın danışmanı ise Ahmet Davutoğlu’ydu. AKP’de parti kurucularından kimi etkili muhaliflerin aksine Tayyip Erdoğan ve yakın çevresi (o kişiler bugün de Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresi konumundalar!) tezkereyi destekliyordu.) Türkiye’yi işgalin bir parçası ve tarafı yapacak olan 1 Mart tezkeresini Meclis’e sunmasıdır. Allah’tan o tezkere Meclis’te muhalefetin yoğun çabaları sonucu ve bir de o günkü meclis üyelerinin başbakanlık tezkerelerinin en az kaç oyla kabul edileceğini tam olarak bilmemeleri (henüz acemi olmaları) sebebiyle kabul edilmedi. Oysa yapılan oylamada kabul oyları ret oylarından daha çoktu ama kabul oyları nitelikli çoğunluğa ulaşamadığı için tezkere Meclis’te kabul edilmemiş sayıldı.
Savaşın ilerleyen yıllarında bu kez Birleşik Krallık Başbakanı sıfatıyla Winston Churchill 1943 yılının başında Adana’ya gelerek 30-31 Ocak günlerinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Yenice İstasyonu’nda görüşerek İngiltere’nin yanında onu savaşa girmeye “ikna” etmeye çalıştı. Churchill’in o dönemki “ikna” çalışmaları da Türkiye’yi savaşa sokmaya yetmedi. Churchill o gün farzımuhal (olmaz ya!) İnönü’yü “ikna” etmiş olsaydı bile Türkiye Cumhuriyeti’ni ikna edemezdi. O dönemde Türkiye; hariciyesiyle, büyükelçileriyle, üniversiteleriyle, bürokrasisiyle “devlet aklı”nı, Milli Şef’in aklı bile olsa, tek kişinin aklına üstün tutan köklü bir devlet geleneğine sahipti. Atatürk dönemi de böyleydi.
Bütün askeri ve siyasi tarih tanıktır ki İsmet İnönü ne çok çetin geçen askerlik döneminde, ne Atatürk devrindeki başbakanlık döneminde, ne cumhurbaşkanlığı döneminde, ne de uzun siyaset hayatında “aldatıldım, kandırıldım, milletim beni affetsin” diyecek bir duruma düşmemiştir. 46 seçimleriyle birlikte hazırlıksız bir biçimde çok partili hayata geçiş döneminde parti içinde verilen tavizler, yüksek düzeyde görevden almalar, 1946-1950 arası başta Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına yol açacak tavizler olmak üzere üniversitelerde, devlet kurumlarında, sosyal hayatta ve toplum düzeninde birbiri ardına gericiliğe verilen tavizler İnönü’nün uzun siyasi hayatındaki belki de en çok eleştirilecek hususlardandır.
Öte yandan savaş sonrasında Sovyet Rusya’nın Boğazlar’a ve kimi Doğu illerimize yönelik talep ve tehditleri de aynı kararlılıkla tepkiyle karşılandı.
1939-1945 arasında bir yandan burnumuzun dibinde savaş sürüyorken, ülke içinde ağır savaş koşulları yaşanıyorken, öte yandan da ülkesiyle ve milletiyle her biri birbirinden acı depremlerle sarsılıyorduk.
1939 Erzincan depremi: 7,9 büyüklüğünde bir depremdi. Depremde resmi istatistiklere göre 32 bin 968 kişi hayatını kaybetti, 100 kişi yaralandı. 116 bin 720 bina tamamen yıkıldı.
1942 Niksar-Erbaa depremi: 7,0 büyüklüğünde bir depremdi. Depremde 3 bin kişi hayatını kaybetti.
1943 Tosya-Ladik depremi: 7,2 büyüklüğünde bir depremdi. Depremde 4 bin kişi hayatını kaybetti.
1944 Bolu-Gerede depremi: 7,2 büyüklüğünde bir depremdi. Depremde 4 bin kişi hayatını kaybetti.
İkinci Dünya Savaşı’nın zor yıllarında, çetin iklim şartlarında meydana gelen depremlerdi tüm bunlar. Yönetilmesi çok zordu.
2.
27 Aralık 1939’da gece yarısı saat 01.57’de Erzincan’da meydana gelen 7,9 büyüklüğündeki deprem yalnızca Erzincan’da değil diğer civar illerde de (Gümüşhane, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Ordu, Giresun, Malatya ve Tunceli) etkili oldu. Resmi kayıtlara göre depremde Erzincan depreminde toplam 32.968 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 100 bin insan yaralandı, 16.720 bina tamamen yıkıldı.
Depremin olduğu günlerde Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgal edişinin üzerinden 4 ay geçmişti. Savaş bütün hızıyla sürmekteydi. Herkes diken üstündeydi. Balkanlar’ın işgalinden sonra sıranın Edirne üzerinden Türkiye’ye gelmesi ihtimali vardı. Oysa Türkiye Cumhuriyeti kurulalı şunun şurasında 16 yıl olmuştu.
Bugün artık üzerinden tam 84 yıl geçmiş olan 1939 Erzincan depremi ile 2023 Kahramanmaraş-Hatay depremlerini kimi bakımlardan karşılaştırmakta fayda var.
Tarihçi Sinan Meydan Cumhuriyet’te Çarşamba günleri yazdığı cumhuriyet tarihi yazılarından birisini Erzincan depremine ayırmıştı (“Deprem ve Devlet”, 15 Mart 2023). Sinan Meydan, yazısında bize 84 yıl önce devletin ve Cumhuriyetin yardım eli Kızılay’ın depremle imtihanını tam bir değerbilirlikle anlatır. Aşağıdaki hatırlatmalar o yazıdan:
Bu elim depremin hemen ardından devlet devletliğini, millet de milletliğini yaptı. İlk yardım ve arama kurtarma çalışmaları büyük ölçüde askerler tarafından yürütüldü. Askerlerin yanı sıra bu çalışmalara katılmak üzere Etibank, bölgeye madenciler gönderdi. Divriği Demir Madeni işçileri süratle Erzincan’a sevk edildi. İlerleyen günlerde arama kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmaları için deprem bölgelerine, İstanbul ve Ankara itfaiyelerinden üç ekip gönderildi.
Depremde Memleket Hastanesi yıkılmıştı. Yine de enkazdan hastanedeki 22 hasta kurtarıldı. Ayakta kalan gar binası hastane haline getirildi. Kısa süre sonra Ankara Numune Hastanesi’nden, Kayseri’den, Erzurum’dan bölgeye gönderilen ilk yardım ve sağlık ekipleri yaralıları tedavi etmeye başladı.
Kentte hemen bir iaşe heyeti kuruldu. Dördüncü Umum Müfettişi ve Erzincan Valisi duruma vaziyet etti. Halkın temiz su ihtiyacını karşılamak için kaybolmamış çeşmelerin tamir edilmesine başlandı. Ayrıca Erzincan’daki fırınlar tamir edilmeye çalışıldı. Bu sırada civar illerden Erzincan’a günde toplam 6.000 kilo ekmek sevk edildi.
Depremin hemen sonrasında Sümerbank Malatya Bez Fabrikası, fabrika müdürünün yönetiminde Erzincan’a bir yardım heyeti gönderdi. Bu heyet istasyonda bir mutfak kurup halka ve yaralılara sıcak yemek dağıtmaya başladı. Fabrika ayrıca depremzedeler için Erzincan’a bol miktarda yiyecek, giyecek, karyola, yatak, yorgan gibi yardım malzemeleri gönderdi. Ayrıca çocuk ve kadın 200 depremzedeyi fabrikada istihdam etti. Sümerbank’ın köy eşyaları satan mağaza ve depolarındaki bütün eşyaların hemen deprem bölgesine gönderilmesine karar verildi.
Deprem haberi alınır alınmaz bölgeye “imdat seferleri” başlatıldı. İçinde sağlık personeli, çeşitli araç gereç ve yardım malzemeleri bulunan “imdat trenleri” yola çıkarıldı. Ancak depremde demiryollarının zarar görmesi nedeniyle Erzurum ve Sivas’tan kalkan trenlerin Erzincan’a varması biraz gecikti. 29 Aralık 1939 tarihli gazeteler bozulan demiryollarının tamir edildiğini, bölgeye uçakla da erzak ve ilaç sevk edileceğini yazıyordu.
İlk imdat trenleri 30 Aralık 1939’da Erzincan’a ulaştı. Aynı gün Dumlupınar Vapuru ile de ilk parti erzak sevkıyatı yapıldı.
27 Aralık 1939’da İçişleri Bakanı ve Sağlık Bakanı deprem bölgesine gitmek için yola çıktı. Bakanlar zor bir yolculuktan sonra deprem bölgesine vardı.
27 Aralık 1939’da Elazığ’da bulunan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Erzincan Valisi’ne çektiği telgrafta “Cumhuriyet hükümeti felaketin ıstıraplarını hafifletmek için acil tedbirler almıştır…” dedi. O gün TBMM’de depremzedelere yardım için Meclis Başkanı’nın yönetiminde “Milli Yardım Komitesi” kuruldu. Bütün vilayet ve kazalarda da yardım komiteleri kurulmasına karar verildi. Komiteye yapılacak nakdi ve ayni yardımlar Kızılay’a yatırılacaktı. TBMM üyeleri ilk taksit olarak Kızılay’a 40 bin lira bağışladı. Üniversite gençliği milli komitenin emrinde çalışmaya hazır olduğunu bildirdi. Öğrenciler, öğretmenler, çeşitli cemiyetler yardım kampanyası başlattı. Yurdun her tarafında Kızılay şubelerine para, yiyecek, giyecek ve yatak takımı gibi yardımlar gelmeye başladı. Yapılan yardım miktarları ve yardım yapan firmaların isimleri gazetelerde açıklandı.
Bu arada deprem nedeniyle Ankara Radyosu müzik yayınına ara verdi.
29 Aralık 1939’da Başbakan Refik Saydam, Ankara, Erzincan, Sivas, Kayseri ve Malatya vilayetlerine talimat vererek masraflar için Ziraat Bankası şubelerinin valilerin emriyle ödeme yapmalarını ve vilayetlerin kendi ihtiyaçlarından fazla gıda maddelerini Erzincan’a göndererek yardımın kesintisiz devam etmesini sağlamalarını istedi.
29 Aralık 1939’da milli bankaların mağaza ve depolarındaki tüm stoklar felaket bölgesine gönderilmeye başlandı.
30 Aralık 1939’da depremde anasız, babasız kalan çocukların sürekli veya geçici evlatlık edinilebileceği ve depremden etkilenen 240 kimsesiz çocuğun Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Ankara Keçiören’de yeni yaptırdığı ana kucağına alınacağı bildirildi. 100 kadar çocuk da Kızılay tarafından himaye edildi.
30 Aralık 1939’da depremzedelerin iskânına başlandı. Evleri yıkılanların önemli bir bölümü en yakın vilayetlere, özellikle Hatay, Adana, Mersin gibi sıcak iklimli yerlere gönderilip iskân edildi. Bu iskânın geçici olduğu da bildirildi. Yıkılan binalar yapılınca başka yerlere gidenlerin memleketlerine dönecekleri belirtildi.
Hükümet, bina zararlarını tespit ve tetkik heyetleri oluşturdu. Hasar tespiti yaptırdı. Evleri hasar gören veya yıkılanlara 30 ile 60 bin lira arasında ödeme yapılacaktı. 17 Ocak 1940’ta 3773 sayılı bir kanun çıkarıldı. Bu kanuna göre ücretlilere iki veya üç maaş avans verilecekti. Deprem nedeniyle evi yıkılan veya hasar gören depremzedelerin vergi borçları silinecek ve yeni döneme ait vergi tahakkuk ettirilmeyecekti. Hükümet deprem bölgelerindeki üreticilere çift hayvanları ve tohumluk dağıttı. Tarım Bakanlığı’nca toplam 12.920 adet çift hayvanı ve önemli miktarda tohumluk deprem bölgelerine gönderildi.
Kızılay, depremin ilk gününden itibaren depremzedelere para, çadır, battaniye, giyecek ve yiyecek yardımı yaptı. Sağlık heyetleri gönderdi. Çadırlarıyla iskân kampları kurdu. Kampların yanına sahra tuvaletleri yaptı.
29 Aralık 1939’da Kızılay, deprem bölgesine ilk imdat hastanesini gönderdi. 300 yataklı bir numaralı Kızılay Çadırlı İmdat Hastanesi 31 Aralık 1939’da Erzincan’a vardı. Hastane röntgen cihazı, çeşitli laboratuvarlar ve salgın hastalıklarla mücadele etmek için gerekli her türlü araç gerece sahipti. Hastane yeterli sayıda uzman doktorla birlikte Erzincan’da çalışmaya başladı. Bu hastanenin aldığı tedbirler sayesinde salgın hastalıklara da engel olundu.
Kızılay deprem bölgelerinde çok sayıda çadır kurdu. Ancak kış koşullarında depremzedelerin çadırda kalmaları zordu, bu nedenle depremzedeler için ahşap barakalar yapılmasına karar verildi. Evleri yıkılan depremzedeler, Erzincan’da acilen inşa ettirilen baraka ve zeminliklere yerleştirildi.
Kızılay, depremzedelere kısa zamanda Erzincan merkezde 90 adet pavyon, 35 adet ev, 90 adet baraka, 14 adet dükkân inşa etti. 12 odalı 90 baraka toplam 1080 odaya sahipti. Kızılay, memurlar için de Erzincan merkezde 13 bina inşa etti.
31 Aralık 1939’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü deprem bölgesine gitti. Yetkilileri dinledi ve gerekli talimatları verdi. Daha sonra yaralıları ziyaret etti, yıkılan evlerinin önündeki halkla konuştu. Vakit gazetesine göre “Milli Şef”in boynuna sarılan bir ana “Mehmed’im burada öldü. O da askerdi, senin oğlundur. Sen sağ ol babamız” diyerek acısını paylaştı.
TBMM’de yapılan deprem görüşmelerde milletvekilleri, deprem bölgesinde yaşanan idari sorunları eleştirdiler. İçişleri Bakanı Faik Öztrak, yardımların felaketzedelere ulaştırılmasında yaşanan sıkıntıları kabul ederek özür diledi ve bu durumun nedenlerini açıkladı. (TBMM Zabıt Ceridesi, 10.1.1940, s.44,47)
28 Aralık 1939’da Ulus gazetesinde F. Rıfkı Atay, “Elden gelen her şey o kadar kısa zamanda ve o kadar etraflıca yapılmıştır ki” diyerek hükümeti takdir ederken 29 Aralık 1939’ta Vakit gazetesinde Asım Us, “Yegâne teselli noktası Cumhuriyet hükümetinin felaketzedelerin acılarını hafifletmek üzere acil tedbirler alınmış olmasıdır” diye yazıyordu. Tan gazetesinde Zekeriya Sertel de “Hükümetin yardım için tedbir almakta gösterdiği sürat ve titizliği beğenip, takdir etmemek mümkün değildir… Her felakette yardım elini ilk uzatan Kızılay da derhal faaliyete geçmiştir…” diyordu.
1939 Erzincan depreminde daha 16 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti, iyi bir acil durum refleksi gösterdi. Asker sivil yerel yöneticilerden merkezi yönetime, basından üniversitelere kadar devlet her yönüyle sefer oldu. Devlet, en hızlı haberleşme aracının telgraf olduğu bir ortamda, sınırlı olanaklara rağmen Kızılay, Etibank, Sümerbank gibi işlevsel kurumlarıyla, ülkeyi ören demir ağlarıyla, liyakatli yöneticileriyle felaket karşısında başarılı bir sınav verdi. Buna rağmen hükümet haklı eleştirileri de kabul etti. Bütün bunlar bugün değil, tam 84 yıl önce oldu.
3.
84 yıl arayla ülkemizi yasa boğan bu iki büyük depremin sonuçlarını devletin ülkesi ve milletiyle depremle imtihanı bakımından karşılaştırmak zihin açıcı olabilir. Şöyle ki:
84 yıl önceki Erzincan depreminde devletin depremle imtihanı ile henüz 5 ay kadar önce yaşanan Kahramanmaraş ve Hatay depremlerinde sarayın depremle imtihanı arasında dağlar kadar fark var…Neredeeennn…Nereye….