ibrahim@ibrahimberksoy.com.tr

Oppenheimer... Bir Filmin Ardından...
16 Ağustos 2023, Çarşamba
Oppenheimer... Bir filmin ardından...
"zincirleme reaksiyon"lar ya da bir fizikçinin imkânsız yaşamı...
Oppenheimer... Bir filmin ardından...

"zincirleme reaksiyon"lar ya da bir fizikçinin imkânsız yaşamı...

 

Dün akşam kliması çalışmayan sanırım 300 kişilik bir sinema salonunda 15-20 kadar seyirciyle birlikte Oppenheimer filmini izledim. Filmden bende kalan kimi izlenimleri burada sizlerle paylaşmak isterim:

1- Biyografik filmleri hep sevmişimdir. Hep öğretici bulmuşumdur. Oppenheimer filmini de severek izledim.

2- Her film kendi içinde bir sır saklar ve film boyunca belirli bir kurguyla sırrını izleyicisine açar. Bu filmi ben Oğuz Atay'ın İTÜ'lü İnşaat Mühendisi Prof. Dr. Mustafa İnan'ın hayatını anlattığı romana atfen "Bir Bilim Adamının Romanı" olarak izledim.

3- Uzunca bir film boyunca bir bilim adamının mutluluklarını, mutsuzluklarını, imkânlarını, imkânsızlıklarını, bir aydın olarak bilimsel ve etik sorumluluklarını, geçmiş ve şimdi arasındaki "zincirleme reaksiyonları" izlemek oldukça heyecan vericiydi.

4- Filmde oldukça etkileyici sahneler var: Acaba kaç fizikçi onca gerilimin arasında eline T. S. Eliot'un "Çorak Ülke"sini alıp okumuştur, Picasso tablolarına uzun uzun bakıp düşüncelere dalmıştır? Filmde atom bombasına maruz kalan Japon halkının yaşadığı o dehşet anı belgesel görüntülerle ya da bir kurguyla izleyiciye gösterilmiyor ama güçlü sembolik anlatımlarla (Oppenheimer'ın zihninde yanan insan yüzleri, yürürken ayakkabısının kömürleşmiş bedenlere saplandığını hayal etmesi vb.) bu yıkımın etkisi esaslı bir biçimde başarıyla sinema diline aktarılmış. Ayrıca, filmde geçmişin "siyah beyaz" izleri, bugünün dünyasının çelişkili gerçekleriyle başarıyla bir araya getirilmiş. 6 Ağustos 1945'te Hiroşima'ya -şaka değil gerçekten- atom bombası atmanın hemen öncesinde gerçekleştirilen test (Trinity test) bence filmin can damarı. Bu testi gördükten sonra, "Bunu nasıl yaparsınız?" sorusu insanlık vicdanında hâlâ soruluyor ve sorulacak...

5- Film; bilim, politika, savaş, etik, komplolar, ayak oyunları, McCarty'cilik gibi pek çok "ağır" konuyu üç saat boyunca çeşitli bakış açılarıyla gündeme getiriyor. Bu tartışmalar arasında her dönemde güncelliğini koruyan önemli bir konu var: Bilim adamının savaş oyunları gibi ciddi sonuçlar doğuran iktidar savaşlarına bilerek ya da bilmeyerek "alet" olması konusu. Bu sorunu daha genel bir ifadeyle "bilimin politikaya alet edilmesi" sorunu olarak da  ele almak mümkün. Filmde Amerikan Başkanı Truman ile Oppenheimer'in görüşmesinin yer aldığı sahne oldukça öğretici.

6- Film, üç saat boyunca Oppenheimer'ın biyografisi odağında "bir bilim adamının romanı"nı değişik bakış açılarıyla ortaya koyuyor. Film bitip içine gömüldüğüm koltukta müzik eşliğinde jenerikteki isimleri birer birer okurken;  bir yandan az önce izlediğim film hızlıca gözlerimin önünden akıp geçiyor, bir yandan da Bertolt Brech'in "Okuyan Bir İşçi Soruyor" şiirinden "İşte bir sürü olay sana, ve işte bir sürü soru" dizesi gecenin ilerleyen saatlerine karışıyordu...

 

NOT:

Daha önce de defalarca tanık oldum ama dün akşam yine tanık oldum: Bizde filmin sonundaki jenerik pek izlenmiyor. Film bitince herkes palas pandıras çıkış kapısına yöneliyor. Oysa jenerik filme dahildir.  Üç saat boyunca izlediğiniz filmin yapımcısını, yönetmenini, senaristini, uyarlama ise hangi kitaptan uyarlandığını, görüntü yönetmenini, film müziklerini kimin yaptığını, oyuncuları, filme emeği geçenleri merak etmez misiniz? Demek ki merak etmiyoruz...İlginç... Her etkinliğin bir yol ve yöntemi (adab -ı muaşereti) olduğu gibi film seyretmenin de bir adab-ı muaşeret olmalı.  Merak bir yana, en azından emeğe saygı gereği  filmin sonundaki jeneriği, filmin bir parçası olarak, sessizce izleyip daha sonra salondan ayrılmak gerekmez mi?

Yazı ve yayınlara ulaşmak için...