Kavram-Karmaşa: Sayı 24Filistin'de Arafat'ın karargâhının kuşatma altında tutulduğu günleri unutabilir mi insanlık? Nâzım'ın dizelerinde yola çıkarak barış için "henüz vakit varken" yazdığım satırlar o günlere dair bilincime yazdığım notlar: |
1.
Henüz Vakit Varken...
Henüz Vakit Varken...Yazarların, öğretim üyelerinin, gazetecilerin, sanatçıların, değişik mesleklerden aydınların oluşturduğu "Türkiyeli Barış Girişimcileri", Filistin'de yaşanan dramla ilgili olarak yayımladıkları bildiriye bu başlığı uygun bulmuşlar: Henüz Vakit Varken...
Bu çok şey anlatan başlığın altında, kol kola girmiş gibi birbirlerine sımsıkı tutunmuş satırlar, -henüz vakit varken- okunmayı, okundukça çoğalmayı, çoğalıp duyarlı bir çığlık olmayı bekliyor. İşte o bildiriden gazete sütunlarına yansıyan kimi satırlar:
"Şimdi bütün dünya Filistin ve hepimiz Filistinliyiz.
Gücün ve güçlünün terörüne adım adım teslim olan bir dünyada, bombalar bizim de üstümüze düşmeden, duvar diplerinde keskin nişancıların kurşunlarıyla ya da kuşatma altındaki bir kentte korku içinde can vermeden önce, barış ve insani bir gelecek umudu henüz bütünüyle yok olmadan sesimizi yükseltelim."
Tıpkı "Türkiyeli Barış Girişimcileri" gibi "İsrailli Barış Girişimcileri"nin de tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bu dram karşısında İsrail yönetimine karşı seslerini yükseltmekte olduklarını gazetelerden, ajanslardan gelen görüntülü haberlerden izliyorum ve barış yanlısı İsrail halkının duyarlı tavır alışları beni umutlandırıyor... ABD tarihinin en büyük "Filistin'le Dayanışma Eylemi"ne sahne olan gösteride, "İsrail Yönetimini Durdurun! İşgal=Şiddet" yazılı pankartların altında, -muhtemelen- Filistinli bir Arap genciyle , bir Yahudiyi kol kola Filistin'e destek vermek üzere bir araya getiren bilincin, Associated Press (AP) muhabirinin gözüyle bir fotoğraf karesine dönüşmesi, bu çok şey anlatan fotoğrafın gazeteler aracılığıyla ABD'den kilometrelerce uzaktaki başka gözlere de ulaşması beni umutlandırıyor... Dünya halklarının yüzyılların birikimi ve deneyimiyle küreselleşmeye, sömürüye ve savaşa karşı topyekûn bir küresel blok oluşturma çabaları beni umutlandırıyor...
Bir yanda böylesi bilinç dolu, duyarlı tepkileri görmek beni umutlandırırken, öte yanda kendi ülkemde her türlü bilinçten, akıldan, mantıktan, vicdandan uzak anlamsız, "total" tepkileri izlemek beni ziyadesiyle üzüyor...Bu tepkilere bakarsanız, İsrail halkının tümü sanki kızgın bir boğanın gözündeki kırmızı pelerin! Bu mantık, Türkiye'de futbol yaşamını sürdüren profesyonel bir futbolcuya, sırf İsrail vatandaşı olduğu için, "go home" (defol) dedirtir! "Ariel" marka deterjanları kullanmayalım! çığırtkanlığına ise "şu global çağda" gülmek ile ağlamak arasında bir duyguyla değinip geçmekten başka yapacak bir şey yok...
Aynı zavallı mantık, daha önce de, Fransız Parlamentosunun Ermeni Sorunu ile ilgili almış olduğu yersiz bir kararı bahane ederek, "kitabevlerine, Fransız yazarların kitaplarını satmayın; okurlara da Fransız yazarlarını okumayın!" çağrısı yaptırmamış mıydı! Bu tarz kolaycı, zavallı, "total" bir mantığın peşine takılanlar, bugüne değin Fransız klasiklerini okumuş olsalardı böylesi saçmalıklara yönelip , gülünç duruma düşerler miydi hiç?
Bu zavallı mantık, "tanklarımızın modernizasyonunu niçin İsrail'e yaptırıyoruz, ihale iptal edilsin!" çığırtkanlığıyla aklını peynir ekmekle yer; tanklarımızın bakım, onarım ve modernizasyonu amacıyla kurulmuş Anatamir Fabrikalarının Türkiye'de, İsrail devleti kurulmadan çok daha önce zaten var olduğunu, ancak şimdi neden tanklarımızın modernizasyonu için "daha dünkü çocuk" konumundaki İsrail'e muhtaç olduğumuzu, buradan yola çıkarak, koskoca Anatamir Fabrikalarımızın ne işe yaradığını hiç sorgulamaz! İşin acıklı yanı, gazetelere yansıdığı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı gibi en yetkili ağızlardan açıklandığı kadarıyla, tank modernizasyonu ihalesine katılan diğer firmaların teknoloji transferine "pek" yanaşmaması, Almanların ise değil modernizasyon, parasıyla tank dahi satmaktan çekinmesi, en fazla "yerli katkı" ve "teknoloji transferi" olanağını İsrail firmasının sunması gibi faktörlerin İsrail firmasının tercih edilmesinde etkili olduğu anlaşılmakta. Bir tarafa "Tanklarımızın modernizasyonunu niçin İsrail'e yaptırıyoruz, ihale iptal edilsin!" çığırtkanlığını, diğer tarafa da devletimizin "tercih sebepleri"ni koyup, sonra da başımızı iki elimizin arasında alıp bu yaman çelişkiyi ne kadar düşünsek yine de az gelir! İsterseniz bir deneyin...
Bir taraftan dinler arası hoşgörü söylemiyle suret-i haktan görünüp, öte yandan tüm Yahudileri "lanetlenmiş bir kavim" olarak ilan etmenin barışa, hoşgörüye, din ve inançlar arası birlikteliğe hizmet etmeyeceği açıktır. Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslamiyetin bu bölgede doğup geliştiğini; tarihsel, kültürel ve coğrafi nedenlerden dolayı bu üç büyük dine mensup halkların bölgede bir arada yaşamak zorunda olduğunu söylemek "malumu ilan etmek"ten başka bir şey değil. O halde, dinler tarihinde çok önemli bir konuma sahip, dünya kültür mirasının çok değerli yapı ve özelliklerini günümüze taşıyan bu paha biçilmez bölgenin (Kudüs ve çevresinden başlamak üzere, şu anda İsrail ve Filistin halklarının yaşadığı bölgeler) insanlığın "ortak aklı"yla bir barış ve huzur bölgesine çevrilmesi neden mümkün olamıyor? Onca şeye çare bulan insanlık, neden insanın insanı sömürmesine, katletmesine, yoketmesine bir çare bulamıyor? Sevgili Ruhi Su'nun o gür sesiyle dediği gibi neden hep "ölen ben, öldüren benden"?
Henüz vakit varken...
2.
Ramallah'tan Gelen Mektup
Mektup, Adila Laidi'den geliyor. Zeynep Oral'ın yüreğinden kopup gelen sıcacık sese, yakınlık duygusuna göre Adile Hanım'dan...
"Ben Ramallah'taki Halil Sakanini Kültür Merkezi Müdiresiyim" diye tanıtıyor kendisini mektubunda Adila Laidi. Sonra da yaşadıklarının tanıklığında şu özlü satırları yazıyor: "Biz Arap dünyasının Kızılderilileri olmak istemiyoruz, sadece bu topraklarda özgürlük, barış ve onurumuzla yaşamak istiyoruz." "Lütfen uluslararası kamuoyundan ve karar mercilerinden üzerimizdeki kuşatmanın kaldırılmasını talep edin." diyor mektubunda Adile Hanım. Arap sanatçıların Batılı ve Avrupalı sanatçılara konser, gösteri ve işgalin kaldırılması için çağrı yapmalarını istiyor. Batılı ve Avrupalı sanatçıları kuşatmanın kalkması için göreve çağırıyor. Sesinin, daha önceki sesler gibi, umutsuz bir çığlık olarak yine kendisine döneceğini bilse de, tüm dünyanın gözü önünde yaşanan bu drama son verilmesi yönünde çaba harcayan herkesi yüreğinden kopup gelen sımsıcak şükran duygularıyla selamlamayı ihmal etmiyor mektubunda Adile Hanım:"Hepinize çok teşekkürler. Sesinizi yakında duymak umuduyla. Adila Laidi."
3.
Henüz Vakit Varken, Gülüm
Henüz Vakit Varken, Gülüm...Nazım Hikmet bu şiiri 13 Mayıs 1958 tarihinde Paris'te yazmış. Şu dizelerle başlıyor şiir:
"Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,"
Şiir daha başlar başlamaz yüreğinize hem bir hüzün hem de "henüz vakit var" iyimserliğiyle birlikte bir pes etmeme duygusu doluyor. Baştan sona insani duygularla örülü, bir kente ağıt niteliğindeki bu güzel şiir şu dizelerle sona erer:
"Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm...
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın... "
4.
Kimlik Kartı
Filistin'li ünlü şair Mahmut Derviş'in bir şiirinin adıdır "kimlik kartı"... Mahmut Derviş'in bu şiiri Arap dünyasında"Ene Arabî" (Ben Arabım) adıyla hemen herkes tarafından bilinir, ders kitaplarında yer alır, şiir meclislerinde coşkuyla okunur, bitmek tükenmek bilmeyen protesto gösterilerinde bayrak olup elden ele dolaşır. İnsanca yaşamın olanaklı olmadığı bir bölgede Arap olmanın tüm zorluklarını gözler önüne seren bu şiir şu dizelerle başlar:
"Kütükte kayıtlıyım,
Arabım."
Bu şiiri değerli tiyatro sanatçımız Gülsen Tuncer'in yorumuyla "Özgürlüğe Adanmış Şiirler" kasetinde dinlendiğimde oldukça etkilenmiştim. "Henüz Vakit Varken" bu şiirdeki şu dizeleri anımsamanın sanırım tam zamanı:
"Kütükte kayıtlıyım.
Arabım.
Saçlar: Kara.
Gözler: kahve rengi.
Özel belirtiler:
Alnındaki bir çatkı.
El ayası deniz kabuğunun içi gibi kırmızı.
Uyuşturur tuttuğu eli bu eller.
Ayrıca zeytin yağını,
bir de kekiği çok severim.
Arayan bulsun beni
bir yitik köyde,
adsız yollarda unutulmuş.
Tarlalarda ter döker insanlar,
taş ocaklarında ter döker.
Özlüyor insanlar
insan gibi yaşamayı.
Kütükte kayıtlıyım.
Arabım.
Atalarımın üzüm bağlarını sen aldın elimden,
çocuklarımla ektiğim toprağı
sen aldın.
Bıraktın bu taşları
bize, çocuklarımıza.
Alacakmışsınız
elimizden bu taşları da
doğru mu?
Bir daha diyorum!
Bir daha!
Kütükte kayıtlıyım.
Birinci sayfanın ta başına.
Nefret etmem insanlardan
saldırmam hiç kimseye.
Ama aç korlarsa beni,
korlarsa çırılçıplak,
yerim etini beni soyanın,
hem de çiğ çiğ.
Açlığımı kolla benim
ve öfkemi.
Damarıma basma."
(Çevirenler: A. Kadir-Afşar Timuçin)
Bu dizeleri yazan, aynı çağı paylaştığımız, çağdaşımız Filistinli şairi biraz olsun tanımak istemez misiniz: "Mahmut Derviş: 1941 yılında Celile ilinin bir köyünde doğdu. 1948'de köy yerle bir edilince, ailesiyle birlikte kaçıp Lübnan dağlarına geçmek zorunda kaldı. Sonradan yazdığı şiirlerde hep bu yağma, göç, İsrail baskısının izleri görülür. Daha çocukken şiir yazmaya başladı ve şiirlerini okul arkadaşlarına ve öğretmenlerine okuyarak ününü sağladı. Şiirlerini yayımladığı sıralarda El-Ardh (Toprak) cephesinin çalışmalarına katıldı. Filistin direniş şiiri, bu cephenin bülten ve dergilerinde filiz verdi. Hayfa'da yayımlanan Al İttihad [Birlik] gazetesinin ve Al-Cadid [Yenilik] dergisinin müdürlüğünü işgal idaresi altında yaptı. Yazılarından ve şiirlerinden ötürü çok kez hapse girdi. Bir ara, akşam beşten sabah beşe kadar evinden çıkması yasaklandı. Şiirlerinin büyük kısmını hapiste yazdı. Filistin kavga şairlerinin en büyüğü olarak nitelenir. Şiirleri otuz dile çevrilmiştir. Son şiirleri bütün dünyada çok ilgi gördü ve yeni yeni baskıları yapıldı. Başlıca şiir kitapları: Zeytin Ağacının Yaprakları, Filistinli Sevgili, Gecenin Sonu, Uzak Bir Sonbaharın Hafif Yağmuru, Celile'de Kuşlar Ölüyor, Yedinci Deneme."
5.
Gün Ortasında karanlık...
Heredotos, "historia"sında bize Anadolu'da yaşanan şu ilginç olayı anlatır: Lidyalılarla Medler birbirleriyle güpegündüz savaşırken birden gündüzün gece olduğunu görerek korkarlar. (Heredotos, Miletos'lu Thales'in, İyonyalılara bu olayın o yıl gerçekleşeceğini bildirdiğini yazar.) Hemen barışa yanaşırlar, aralarında o an evlenmeler olur, kollarını kanatıp birbirlerinin kanlarını emerler, kan kardeşi olurlar.
Tarihin kaydettiği bu güneş tutulmasının üzerinden yüzyıllar geçti. Şimdi Ortadoğu'da, her üç dinin de kutsal saydığı eşi benzeri olmayan "bereketli topraklarda" barışı ve barış içinde bir arada yaşamayı gerçekleştirmek için ille de yeni bir güneş tutulmasına mı tanık olmak; ille de yeni bir "gün ortasında karanlık" mı gerek?
"Henüz vakit varken..."
6.
"Şimdi bütün dünya Filistin ve hepimiz Filistinliyiz."
"Henüz vakit varken..." "Henüz vakit varken, gülüm..."
NOT: Ömrünü Filistin halkına adamış onurlu adam, Arafat, artık yok...Tüm dünyanın ona bir özür borcu var...Halkıyla özdeşleşmiş bir adamı dünyanın gözü önünde abluka altına almak; aç-susuz bırakmak hangi vicdanın ürünüydü? Bir şey daha var; tüm bunları ekranların başında rahat koltuklara gömülüp izlemek hangi vicdanın ürünüydü? Hepimizin Arafat'a bir büyük özür borcu var...